Başka ülkeler için sıradan bir olay olan adayların televizyon tartışmasını, biz en son 2002 yılında Uğur Dündar yönetiminde Baykal ve Erdoğan arasında yaşamıştık. Aradan geçen 17 yılda, bütün TV tartışması önerilerini reddetti Erdoğan.   Kendisini o kadar yukarıda görüyordu ki, televizyonda darmadağın edecek olsa bile, kendisiyle tartışmanın rakibine prim yaptıracağını düşünüyordu. Gerçekte öyle mi düşünüyordu […]

Başka ülkeler için sıradan bir olay olan adayların televizyon tartışmasını, biz en son 2002 yılında Uğur Dündar yönetiminde Baykal ve Erdoğan arasında yaşamıştık. Aradan geçen 17 yılda, bütün TV tartışması önerilerini reddetti Erdoğan.  

Kendisini o kadar yukarıda görüyordu ki, televizyonda darmadağın edecek olsa bile, kendisiyle tartışmanın rakibine prim yaptıracağını düşünüyordu. Gerçekte öyle mi düşünüyordu bilemem, ama dışarıya yansıyan gerekçe buydu.

İmamoğlu ile televizyonda tartışma önerisine ilk önce “Erdoğan’dan izin isteyeceği” şeklinde yorumlanan muğlak bir cevap veren Yıldırım’ın, sonra birden “Haydi Uğur Dündar moderatörlüğünde tartışalım” demesi, ardından İ. Küçükkaya isminde anlaşılması herkes için şaşırtıcı oldu.

Yıldırım’ın İmamoğlu ile televizyona çıkmayı kabul etmesi, bu işi aslında Erdoğan’ın kabul etmesidir. Erdoğan’ın 31 Mart’ta kendisini öne çıkararak ve “beka sorunu” diyerek girdiği seçimin tekrarında böylesi bir tartışma yaşanacaksa, bu onun onayı ve hatta önerisi ile oluyordur. 

“Bayram değil seyran değil…” denemez, çünkü olay büyük ölçüde bayram sırasında gerçekleşti, ama “Neden?” sorusu herkesin aklında. Bugünlerde herkes birbirine Yıldırım’ın/Erdoğan’ın/AKP’nin böyle bir tartışmayı neden kabul ettiğini soruyor.

“Komplo teorileriniz yoksa Ortadoğu’da hiçbir şeyi açıklayamazsınız” diye bir laf vardır; AKP’li yıllarımız sayesinde “Ortadoğu” sözcüğü pekala “Türkiye” ile değiştirilebilir hale geldi! Hemen hiçbir şeyi aklın olağan işleyişi ile açıklayamadığımız süreçlerden geçtik, geçiyoruz.  

Böyle olunca, “Neden?” sorusuna verilen ilk yanıt da “kumpas” oluyor: AKP’nin kesin bir planı var. Öyle olmasa, hem de muhalif bilinen gazeteciler moderatörlüğünde, bunu kabul etmezdi. Bütün Türkiye’nin izleyeceği ve yandaşlıkla damgalanmayacak bir yayında öyle belgeler koyacaklar ki ortaya, İmamoğlu bitecek!

Eğer böylesi komplo teorileriyle değil de, olağan bir akıl yürütmeyle anlamaya çalışıyorsanız; şunları söyleyebilirsiniz:

 1-AKP’deki tüm veriler İmamoğlu’nun önde olduğunu gösteriyor. Kaybemesi zaten kesin olan Yıldırım’ın böylesi bir tartışmadan zarar görmesi düşünülemez. Tersine, kendisinden önde bir rakiple, ona meydan okuyarak tartışmak yararına bile olur.

2-İki adaya da aynı soruların sorulup aynı cevap sürelerinin verildiği bir tartışmada, taraflar bilinen görüşlerini tekrar eder ve mevcut kutuplaşma ortamında böylesi bir tartışmadan kimse zarar görmez. Taraftarları moralsiz gerideki adayın biraz yararına bile olabilir.

3-Muhalif gazeteci tercihi hiç şaşırtıcı değil çünkü kendileri de biliyor ki yandaşların zerre itibarı ve inandırıcılığı yok.  

4-Aslında en büyük sürpriz bu tartışma değil; 31 Mart’ın “tek yarışmacı”sı Erdoğan’ın şimdi görünmez olması. Dün “beka sorunu” diyenlerin bugün büyük mitingler yapmaması. Erdoğan adeta olayın boyutlarını küçültmek, referandum gibi algılanmasına engel olmak ve sıradan bir belediye seçimi düzeyine indirgemek peşinde.

5-Erdoğan’ın, çerçevesini daralttığı ve kendisini görünmez kılıp Yıldırım’ı öne çıkardığı bir seçimde alınacak yenilgiyi, kendisinin ve başkanlık sisteminin değil Yıldırım’ın yenilgisi olarak sunabilmesi mümkün olacak. Seçim sonucunu kendisi ve taraftarları için kabul edilebilir hale getirip yoluna devam edecek.

6-31 Mart’tan bu yana geçen zamanda zaten İBB’nde yapılması gerekenler yapılmış olduğundan, ikinci seçimde diretmekteki amaç da gerçekleşmiş olacak.  

Akıl böyle şeyler düşündürtüyor; ama hem burası Türkiye hem de Türkiye Ortadoğu’da; komplo teorilerini de yabana atmamak lazım.