Tuğla tuğla, ilmek ilmek, koltuk koltuk örüldü yeni tiyatro. 1960 yılında seyircisiyle buluştu Kenter Tiyatrosu. Dönemin politik tiyatro modasına çok da yakınlaşmadan yürüdü yolunu. Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce, kapalı, tozlanmış perdelerinin açılmasını bekliyor

Yıldız olmak kolay mı?

TUNCER YIĞCI

Türk Tiyatrosu, gelmiş geçmiş en büyük kadın oyuncusunu kaybetti. Adı, kaderini belirler gibi çizdi yolunu.

Cumhuriyet, en güçlü nefesini, bütün o kurumsallaşmaların en biriciği Ankara Devlet Konservatuvarı için kullanırken, Nazi zulmünün önüne kattığı sanatçıların eşsiz katkılarıyla, akademik tiyatro eğitiminin çıtasını da mümkün olan en yüksek düzeyine yerleştirdi.

O zamanlar oyunculuk, alışılan biçimiyle alaylı mesleklerdendi. Okulunu okumanın çok da meraklısı yoktu işin başında. Bu nedenle seçiciler oldukça hoşgörülü, anlayışlıdır. Cüneyt Gökçer sınava girdiğinde sesi kısıktır. Carl Ebert ondaki yüksek istidadı görür ve ikinci bir şans verir kendisine. Cüneyt Gökçer iyileşince sınava girer, kazanır ve kariyerinin ilk adımlarını atmaya başlar.

Kadın oyuncu adayı ise neredeyse yoktur. Kadın oyuncular zaten rüştünü yeni yeni ispat etmektedir. Tutucu aileler için kızlarının oyuncu olmak istemesi evlatlıktan ret konusudur. Komşu bölümlerde okuyan kızlar devşirme yöntemiyle tiyatro bölümüne aktarılırken bir ilk yaşanır. İlk kez bir sınıfta ailelerine karşı gelerek doğrudan oyuncu olmak isteyen üç kız öğrenci vardır. Faize Özboğhan, Jale Birsel, Yıldız Kenter.

Annesi İngiliz olmasına rağmen tutucu bir kadındır. Babası anneden gizli kaydettirir okula Yıldız’ı. Ortaokulda her yıl ikmale kalan Yıldız, konservatuvara geçtikten sonra sınıf atlayarak mezun olur. Devlet Tiyatrosu henüz kurulmamıştır. Tatbikat Sahnesinde, 1945-1946 sezonunda oynadığı Faust, ilk oyunu olur.

Yazılan Bozulmaz, Kadınlar Arasında, Anton Usta, Köroğlu oyunlarının ardından sıra On İkinci Gece’dedir o. Hocası Muhsin Ertuğrul, başrolü oynadığı oyun için bir kutlama mektubu yazar:

“Yıldız, iki gözüm kızım” diye başlayan mektup, Shakespeare gibi bir dâhinin oyununda başrol oynamanın ayrıcalıklı oluşuna dair övücü cümlelerle devam eder ve şöyle biter:

“Fakat sakın bu başlangıç seni gurura sürüklemesin, bilakis daha çok çalışmaya ve daimî bir tevazua bağlasın. Esasen ben senin dürüst ve kuvvetli seciyenden bunu bekliyorum. Bugünün hayatında çok uğurlu olmasını bütün kalbimle diler, sana Tanrı’dan muvaffakıyet, sıhhat ve saadet temenni ederim, evlâdım.”

YETMİŞ YIL GEÇTİ, TÜZÜK YOK

Yıldız Kenter, meslek hayatı boyunca Carl Ebert ve Muhsin Ertuğrul’un yolundan ayrılmadı. Muhsin Ertuğrul da “iki gözü”nde tespit ettiği kişilik özelliklerinde yanılmadı. Mesleğine tutkuyla bağlandı, çalışkanlıkta sınır tanımadı. Hep en yüksekte tuttuğu disiplini ise bir kereliğine bozdu: 1952-53 sezonunda Ramak Kaldı oyununun son provaları yapılmaktaydı. İki ayrı sahnede iki yorgan ihtiyacı olduğu halde tek yorganla idare edilmekteydi. İlk sahnede işi biten yorganı diğer sahneye yetiştiremeyen aksesuarcı, yorganı bekleyen oyuncudan okkalı bir tokat yedi. Oyuncuya, attığı tokadın daha okkalısını atan oyuncunun adı ise Yıldız Kenter’di. Eşitlikçi ve adildi çünkü. Prova devam edemedi, rapor tutuldu. Yıldız Kenter’le birlikte kavgaya karışan diğer oyuncular maaş kesimi ve üç ay sahneye çıkmama cezası aldı. Maaş kesimi neyse de, sahneye çıkmama cezasına karşı dava açtılar ve yasada, disiplin işlerinin tüzükle belirleneceği belirtilmesine rağmen tüzüğün olmaması gerekçesiyle cezalar iptal edildi. Devlet Tiyatrosunda tüzük mü? Yetmiş yıl geçti, hâlâ yok.

Muhsin Ertuğrul’un 1958’de görevden alınmasıyla Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldı. İlkeleriyle çelişecek pek çok uygulamanın, perde arkasında pek çok hemcinsi meslektaşının sanat hayatını keyfince belirleyecek bir kadının eşikte beklediğini hissetmiş olmalı.
Ayrılık kervanına kardeşi Müşfik Kenter de katıldı. İki kardeşin İstanbul’a gelişi, tiyatro dünyası için yepyeni hamlelerin başlangıcı oldu. İlk yılın ardından sıfırdan bir tiyatro kurma hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvadı. “Meşhuriyet” dönemi henüz başlamamıştı. Tiyatroya yalnızca dramanın hazzını yaşamak için gidiliyordu. Toplumsal dayanışma duygusu, yeni bir tiyatroyu taşıma motivasyonuna ve gücüne sahipti.

Tuğla tuğla, ilmek ilmek, koltuk koltuk örüldü yeni tiyatro. 1960 yılında seyircisiyle buluştu Kenter Tiyatrosu. Dönemin politik tiyatro modasına çok da bulaşmadan yürüdü yolunu. Yıldız Kenter, “Tiyatro benim açımdan bir düşünceyi tek yanıyla yansıtmamalı, çok yönlü bakış açıları sunarak seyirciyi düşünmeye yönlendirmeli.” derken, politik söylem için sertlik gerekmediğini ekleyerek devam etti: “Bizim Kent oyuncuları olarak belli bir duruşumuz vardı. Türkiye’nin en karanlık günlerinde adalet mekanizmasının sorgulandığı oyunlar oynadık. Repertuvarımızda daima sözü olan oyunlar yer aldı. İfade özgürlüğüne gelince; baskı ve sansür, dolaylı ya da dolaysız, bu ülkenin sanatçılarının yıllardır yüzleşmekte olduğu bir gerçektir.”

Kenter Tiyatrosu’nu hacizden kurtaran dönemin başbakanını yüceltti.

Miras’tan Çöl Faresi’ne, Üç Kuruşluk Opera’dan Martı’ya….. Salıncakta İki Kişi, Savunma, Seneye Bugün, Gece Mevsimi, Harold ve Mode, Nükte’den… Konken Partisi’nden Ben Anadolu’ya…

Ionesco’dan Shakespeare’e, Necati Cumalı’dan Melih Cevdet Anday’a, Çehov’dan Brecht’e uzanan cesur bir repertuvar politikası…

VE SON PERDEDE HÜZÜN

Sırtını dayadığı Şükran Güngör gitti önce. Sonra bir elmanın öbür yarısı saydığı kardeşi, oyunculuğu iyi insan olmakla başlatan Müşfik Kenter.

Tiyatroda, sinemada ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibi, caniko öğrencilerinin pek sevgili hocası, oyunculuk mesleğinin zirvesi, kraliçesi, Muhsin Ertuğrul’un “dürüst ve kuvvetli seciyeli” Yıldız’ı, ondan önce giden ve var oluştan bu yana orada olan yıldızlara karıştı.

Son perdenin son sahnesi… Yıldız Kenter’in, kardeşi Müşfik Kenter’le yoktan var ettikleri Kenter Tiyatrosu…

Muammer Karaca ile Muhsin Ertuğrul’un bin bir emekle kurdukları Küçük Sahne… İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce, kapalı, tozlanmış perdelerinin açılmasını bekliyor.