10 Ocak Pazartesi günü, Radyo ODTÜ, gün boyu David Bowie’yi andı ve onun “Black Star (Kara Yıldız)” albümündeki şarkıları dinlerken yıldızlara yolculuk yaptım. Bowie’ye ilişkin bildiğim şeyler canlandı belleğimde.

Yıldızlara erişti Bowie

İbrahim Karaoğlu

Yeryüzü, kadim zamanlarda dilsiz bir harita iken yıldızları huşu ve merakla izlemiş insanlar ve yolculuklarında yön ararken yol gösterici bir ışık olmuş sabit, sarı, parlak Kutup Yıldızı. Bundandır belki de bu görkemli yıldızın o zamanlardan bugüne kuzeyli her kültürün bir parçası olması. Ve ütopyalarımızı gerçekleştirme isteğimize, yaşamımıza yön vererek esin dolu bir kılavuz, umut ve motivasyon da olmuştur Kutup Yıldızı. Tüm yıldızlar onun etrafında dönüyor sanki. Onun çoğalttığı anlamlarla, imlerle simgeleşmiş diğer yıldızlar da. Yaşantımızın en yaygın sembollerine dönüşmüş yıldızlar, içinde doğduğumuz kültüre bağlı olarak farklı anlamlar da üretmişiz onlardan. En belirgin olmayı, öne çıkmayı, olağanüstülüğü, mükemmelliği, tercih edilmeyi, popülerliği yıldızlarla sembolleştiriyoruz. Onur, yetki ve rütbe rozeti oldu; madalyalara dönüştü yıldızlar. Şeyleri değer ölçeğine yerleştirirken de onlarla anlamlandırıyoruz artık. Yıldızlar sadece yaşam döngümüzde yolumuzu belirlemiyor, benzersiz değerlerimizin de ölçüsü oldu…

10 Ocak Pazartesi günü, Radyo ODTÜ, gün boyu David Bowie’yi andı ve onun “Black Star (Kara Yıldız)” albümündeki şarkıları dinlerken yıldızlara yolculuk yaptım. Bowie’ye ilişkin bildiğim şeyler canlandı belleğimde. Kara Yıldız’ı düşündüm en çok. Rapçileri anlamak için okuma ve dinlemeler yaptığım dönemlerde Kara Yıldız, rap ikilisi çok ilgimi çekmişti. Onların şarkılarını, günümüzün sahte algılarla dolu illüzyonlarına karşı şiirsel bir eleştiri olarak sunmalarını çok sevmiştim. Kim bilir, belki Bowie de en son albümünde etkilenmiştir onlardan diye düşündüm. Yıllar öncesinden belleğimde kalan “Kara yıldızın yüzünü değil, ışığını görürsünüz” sözünü anımsadım…

Bir pop yıldızı olarak idolleşmesine karşın yaratıcılığını hiç sınırlandırmadan, sanatın pek çok alanında deneysel edimlerle özgürce kendini gerçekleştirerek ikonlaşmış bir sanatçıydı Bowie. Yaptığı her şey, derin izler bıraktı. Yaşama karşı duyarlılığını, sorumluluğunu sanatsal yansımalarla sunarken eşsiz bir özgünlük arayışını mihenk aldı. Heyecan yaratan, duygulandıran, sezgilerimizi çoğaltan yapıtlarla buluşturdu bizi.

Sanata müzik ve tasarımla başlamış. Şarkıcı, besteci, aktör, tasarımcı ve ressam Bowie.

Yıllar önce resimleri çok etkilemişti beni. Radyo ODTÜ’deki Bowie şarkılarını dinlerken yine, yeniden baktım yaptığı resimlere. Suluboya, pastel, akrilik, yağlıboya, kurşunkalem, füzen ve tebeşiri ustaca kullanmış. Bilgisayar çıkışlı baskıları, heykelleri ve üzerini boyadığı fotoğrafları, küçük kartpostal resimlerinden oluşturduğu muhteşem litografilerini keyifle izledim. Die Brücke adlı dışavurumcu Alman kollektifinden, Jean Michel Basquiat, Marcel Duchamp, Francis Bacon ve Andy Warhol gibi sanatçılardan çok etkilenmiş. Çok sevmiş onları. 1995’te Montrö Caz Festivali’nin afişini tasarlarken Hiroşima’ya atom bombası atılışının 50. yılını unutmayıp bunu sorgulayarak yaptığı afişe yeniden baktım ve çok duygulandım… Yıllar önce Julian Schnabel’in yönettiği Jean-Michel Basquiat’ın şöhrete giden yolda başına gelenleri anlatan filmde Andy Warhol rolünü nasıl da ustaca oynadığını anımsadım… 68 kuşağını ve benim de içinde yer aldığım 78 kuşağını çok etkiledi Bowie. Sonraki kuşakları da… Konserlerine binlerce kişi katılırdı, milyonlarca insan izlerdi onu. Satış rekoru kırdı albümleri. Milyonlarca hayranı var… Hem müziklerini hem de resimlerini çok sevdim hep ve onu seven dostlarımla onun sanatı üzerine keyifli sohbetler yaptık hep. Dostlarımdan en ateşli David Bowie hayranı Radyo ODTÜ Yönetim Kurulu Üyesi Levent Tosun ağabeydir. 68 kuşağının tüm değerleri gibi Bowie de kıymetlisidir onun. İyi bir koleksiyonerdir, sanata, kültüre ilişkin kıymetli şeyler biriktirir. Zaman zaman sanat merkezlerinde sergileyerek paylaşır koleksiyonunu. Ve çok kıymetli bir David Bowie koleksiyonu da var. Bowie’nin ölüm yıl dönümünde aradım Levent Ağabeyi. Sonra, buluştuk ODTÜ’deki odasında. Büyük bir masanın üzerine serdik koleksiyonundan bazı şeyleri ve dakikalarca söyleşip andık Bowie’yi.
Masanın üzerinde lise yıllarından kalan bir defter var. Çok özenli bir yazıyla doldurulmuş sayfaları. O defterden başladık. Anlattı; “Bu defter lise yıllarımdan. İçi elle yazılı şarkılarla dolu. Sevdiğim şarkıları yazardım. Üniversite yıllarımda TRT Radyosu Batı müziği çalardı, bazı gazete ve dergiler şarkı sözleri yayımlardı. Kesip sakladıklarım da şu defterde duruyor. Yurtdışından posta ile müzik dergisi, plak getirtirdim… 1972-74 yıllarında Manchester’da yüksek lisans yaparken cennete düşmüştük sanki. 24 saat müzik yayını yapan BBC, Lüksemburg’tan veya Manş Denizi’nde demirli gemiden korsan yayın yapan kanallar, o yıllarda yeni başlayan posta ile plak siparişi verilmesi olanağı, konserler… Bowie plaklarını o yıllarda aldım. Yurda dönerken itina ile bavula yerleştirdiğim büyük boy Bowie posteri şimdi Radyo ODTÜ’nün salonunda her gün gençlere bakıyor.”

Bowie hayranı bir grup arkadaşıyla yaptığı Berlin gezisini heyecanla anlatıyor. “10 Ocak 2016’da Bowie aramızdan ayrıldı, 15 Ocak’ta bilet aldık ve 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Berlin’e gittik. Bowie’nin Berlin’deki evini ziyaret ettik. Çiçek bıraktık ona. Türk işçilerle takıldığı bara, ara sıra gittiği kafeye, Berlin günlerini anlattığı şarkıda adı geçen Nürnberg Caddesi’ne, Dschungel disco’ya, KDW süpermarkete uğradık… Türk işçiler deyince hatırladım; Berlin Üçlemesi’nin son albümünde Yassasin (Turkish for; Long Live) isimli bir parça var. Az bilinir; “Tarlalardan geldik/ Şehirde yaşamaya/ Gururla ve kararlılıkla yürüdük/ Bu sallantılı dünyada/ Sen kavga istiyorsun/ Ama ben gitmek veya/ sürüklenmek istemiyorum”

Ben de anımsadım. Ne zaman Berlin’e gitsem o şarkıyı anımsarım. Duvarda gördüğü Türkçe “Yaşasın devrimci gençlik” yazısındaki “yaşasın” sözcüğünden yola çıkarak oluşturmuş şarkıyı. Bizim ezgilerin tadı var. Bu şarkıyı yazarken bir de resim yapmış; “Türk Baba Oğul”. Dışavurumcu bir resim.

“Evet. Çok resim yapmış. İyi bir koleksiyoner Bowie, dünyanın ilk 200 koleksiyoncusu arasında sayılıyordu. Bilinçli seçilmiş pek çok sanat eserine sahipti; Jean Michel Basquiat, Marcel Duchamp, Damien Hirst vb.”

Bowie’nin öldüğü yılın ilkbaharında gittiği New York yolculuğu da Bowie’ye yolculuk aslında.

“2016 Nisan’ında New York’taydım. Oradaki evine çiçek bıraktım. Son iki albümü kaydettiği The Magic Shop stüdyosuna, evinin yakınındaki La Colombe kafesine, Radio City’deki anma konserine gittim. Çalışma odama astığım şu çerçevedeki New York Times’ın Bowie’nin kaybını duyuran sayfası… Ona ilişkin hafıza mekânlarında gezip, onun şarkılarını dinleyip yaptığı resimleri görüp, daha iyi tanıdıkça mutlu oluyorum… Çok seviyorum gittiğim yerlerde onun izini sürmeyi…1987 yılındaki ‘Glass Spider’ turnesinde gitarcı Peter Frampton ile birlikte Madrid’de Plaza Mayor Meydanı’nda oturduğu yeri öğrenip aynı kolonun altındaki masada oturup, aynı birayı içmek, hiç bilmeden bir yan masada oturmaktan, daha heyecan veriyor.” Hiç bitmedi sohbetimiz. Geldiği yıldızlara geri dönen David Bowie de bir Kara Yıldız’dan bakıp durdu bize.