Beni bul anne…”

Üç kısa kelimede dünyanın bütün hüznünü anlatan başka bir cümle yoktur herhalde. Bakarız; çekeriz, konuşuruz. Hissederiz ayrı konu. Fakat İstiklal Caddesi’nin kalabalığından, hayata akarız sonunda. Oysa Cumartesi annesi durur orada!

700 hafta, 4900 gün yapar. 4900 gün, 117 bin 600 saattir. Evveliyatı da vardır. Cumartesi Annesi binlerce saat bekler aynı yerde velhasıl.

“Beni bul anne…”

Zaman bu cümleye takılır. Türkiye’de devlet kümülatif bir yalnızlıktır. Geçmişle ödeşilecek derken, hesapları katlayarak büyüten bir “Babadır…”

“Devlet baba”, analara, yıllar önce kaybolmuş evlatlarının kemiklerini aratır.

19 Aralık 2015 günü sokağa çıkma yasağının olduğu Silopi’de keskin nişancılar tarafından vuruldu. İp attılar kurtarmak için, ateş çoğaldı; tutamadı. Saatlerce yaralı halde yattı; “Susadım, üşüyorum…” dedi. Ne ısınabildi, ne sususuzluğu giderildi. Teybet Ana’nın cenazesi 7 gün yerde kaldı. Keskin nişancılar yaklaştırmıyordu. Yakınları; 7 gün köpekler, kuşlar yemesin diye uzaktan izlediler, 7 gün uyuyamadılar.

Doğudan batıya; uzanan bir öfkeydi. Pek çok kişinin haberi bile olmadı… Fakat duyanlar da vardı. Bir genç Ege’de konuştu… “Dağa çıkıyorlarmış” dedi… Dağa çıkmak mı; benim anneme aynı şeyi yapsalar, değil dağa çıkmak, o dağı başlarına yıkarım…”

Cizre’de hendekte… Yüzünde maske olan bir başka gençti.“Tek soru: Sen kimsin?” Kısa cevap: “Bölgede kaybedilen, 17 bin faili meçhulün oğluyum…” Soruya, soruya cevap sonunda: “Anladın mı?”

Anladım…

Meşhur Ermeni meselesiydi aslında; “O Ermeni’yi dövdürtmeyecektik…” Yani Cumartesi anneleriydi… İlk gaz yedikleri eylemlerinde, o meydanda milyon olabilseydik…

Hani cezaevinde 668 bebek var ya; biri tecritte; olmayacaktı!

“Beni bul anne…”

Gri bir çoraptır kış günü. Küçük bir ayakkabınının izleri kalır İstiklal kalabalığında. Siyah bir emekçi başörtüsü vurur şatafatlı mağazanın camına… Ya da beyaz bir tülbent. Cumartesi annesi başı önde. Ne kalabalığın haberi var. Ne de onun içinde bir kalabalık. Kemik yalnızlığı… 117 bin 600 saat eder. Sessiz bir eylemdir. Yıllardır evladını arayan annenin terbiyesidir.

Ankara’da bir ekim günü, “seri katiller” 103 insanı öldürdüler. Ertesi sabahın ilk ışıklarında; minibüslerde, otobüslerde, metroda endişeli yüzler vardı. Başka yerlerden evlatlarını bulmaya gelmiş ana babalar, kardeşler. Adli Tıp morguna gitmez insan önce. Hastane bir umuttur. Sonrası; bir avlu. Ankara’nın ağaçlarına bile ölüm sinmiş. Sonbaharı çabuk mu bitirdiler ülkede? Avlunun ortasında çadır. Morg yetmemiş çadır kurmuşlar. Sevinenler var; cenazeleri tespit edilenler. Tek parça alanlar daha mı mutlu ne? Bir kadın ağlıyor; içine içine ağıt yakıyor. Oğlu ölmüş… “Teyze niye sessiz ağlıyorsun?”

“Yanda arayan var daha; ayıp olur…”

Cumartesi annesi sessiz olur. Hiç birinin elini öptünüz mü? Beyaz sabun kokar…Ya da öyle gelir insana. Beyaz sabun, kirli kara bir ülkenin tezatıdır… Cumartesi Annesi… Sezsizce gelir. Kökü derinlerde; bir hüzün taşır, tıpkı ülke gibi. Kalabalık akar, 117 bin 600 saattir… 700 hafta… Sezsizce gider… Bir kemik yalnızlığıdır.

Devlet hesapları büyüten bir babadır…

Arjantin Plaza de Mayo’dan, Galatasaray Lisesi önüne…

Ne olursun beni bul anne…