Yılmaz Güney ve Cüneyt Arkın arasındaki fark: Halk Kimin Yanında?

ZAHİT ATAM

30. Ölüm Yıldönümünde Yılmaz Güney’i anarken

Yılmaz Güney 1974 yılında hapisten çıktığında ilk önce ailesini bir araya getirdi, Kıyıköy’e yerleştiler ve Arkadaş’ı çektiler, ama olup bitenler gösteriyordu ki Yılmaz Güney’in zihninde başka bir proje vardı, görüşmeleri konuşmaları araştırmaları Türkiye’yi sarsacak bir film hazırlığında olduğunu gösteriyordu. Güney’le görüşmek işi zorlaşmış, gelenler üstü aranarak ofisine girebiliyorlar, bir tedirginlik var herkesin üzerinde.

Aslında Güney tehdit edilmişti, uyarı formatında bir tehdit, Endişe’yi çekmeye hazırlanıyordu, Topraksız Kürt Köylüleri üzerinden göçmen Kürt Proletaryasının filmini yapacaktı, isyanla biten bir film. Kafasındaki dert Ulusal Sorunla-Sınıfsal Sorunu birleştirmekti, bunun için Çukurova mükemmel bir havuz işlevi görüyordu. Film için hazırlık yaparken gelen tehdit üzerine her an bir şeyler bekliyordu Yılmaz Güney, bir provokasyon mutlaka olacaktı. Güney’in beklediği provokasyon siyasiydi ve hatası da bundan oldu, sonunda Yumurtalık olduğunda hepimiz anladık ki provokasyon ama adi cinsinden. En ağır cezayı aldı, yurtdışına çıkana kadar hapiste kaldı. Fransa’ya gittikten sonra ise hıncını almak ve haykırmak için Yol filmine Kürdistan yazısını yazdı.

Cüneyt Arkın, 1970’li yılların başında kendisiyle yapılan bir röportajda “bu yıl sinemamızda kim kazanacak, bu yıl kimin yılı olacak?” sorusuna açıkça “Tabi ki Yılmaz Güney” yanıtını vermişti. Yoksul bir aileden geliyordu, ailesi topraktan geçiniyordu. Sinemaya geçmesini ise babası aşağılayarak karşı çıkmıştı. Doktordu, sinemada ünlü olmak için çırpındı, 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren ün de geldi. Sonrasında ise gittikçe genç kızların sevgilisi olma rolünden ergenlerin tarih/şiddet/cinsellik açlıklarını değerlendiren filmlere geçiş yaptı. 1970’li yıllarda Türkiye radikal solculukla tanışıp, sokaktaki insan da sınıfsal bir dille konuşmaya başladığında Cüneyt Arkın sınıfsal kökenlerini hatırladı, grev ziyaretleri yaptı, gerçektir Cüneyt Arkın o yıllarda solcuydu, boşuna Komiser Cemil’i oynamadı.

Sonrasında Güneş Ne Zaman Doğacak? Filmi için teklif geldiğinde kabul etmedi, tehdit edildi, bunun bir aşamasında evine bir kibrit kutusu gönderdiler, açtı, içinde iki kurşun vardı, boyun eğdi ve filmde oynadı: işin aslı sonradan anlaşıldı, Maraş Katliamının startı bu filmle verilmişti. Filmi yapan yönetmen sinemayı bıraktı.

1980’li yıllarda Yeşilçam tükenmeye yüz tuttu, Cüneyt Arkın filmleri gittikçe önemsizleşti. Arkın parasal olarak “yaşam standardını koruma” derdine düştü, 1990’larda yeni yükselen milliyetçi-muhafazakâr kanat kendisine sahip çıktı. Arkın para kazanmak için ideolojik çizgisini bir kez daha terk etti, dert artık yaşam standardını korumaktı. Sonuçta bugün anılarını yazıyor, ama elbette bir öz eleştiri formatında değil, daha çok başarı formatında, şunu anlamalıyız tutarlı bir kariyeri yok, başarı öyküsü ise inandırıcı değil.

Bir insan her kritik aşamada kendi sınıfsal kökenlerini hatırlıyor ve emekçi halkları tercih ediyor, birisi ise her kritik dönemde yaşam standardı için karşı tarafa meylediyor, dolayısıyla emekçi halklar kimi tercih etsin? Birisi para kazandıkça onu dağıtıyor, birisi ise yaşam standardını düşünüyor. Birisi ün kazandıkça daha kötü filmlerde oynuyor, birisi ün kazandıkça uluslararası filmler yapıyor, birisine iktidar sahip çıkıyor, ötekisi vatandaşlıktan çıkarılıyor, hem de dünyayı sarsan bir film yaptıktan sonra, Halk kimi tercih etsin?

Türkiye biraz da böyledir: Yılmaz Güney açıkça safını seçmiş ve yaşamını safına göre şekillendirmiş birisiydi, o yıllarda çocuklar Cılocular ve Yılocular olarak ikiye ayrılıyordu, bugün ise Cılocuların başka kahramanları var, mesela bilgisayar oyunları gibi. Ama şunu unutmamak gerekir, Yılmaz Güney safıyla beraber kendini yetiştirmeyi, kendi meramını anlatmak için halkın içine girmeyi, halkın gerçek öykülerini anlatırken, onlarla dayanışmayı anlattı, bir yerden sonra Güney yaşayan Türkiye’yi anlattı, tarihin içindeki hayali kahramanları ve film hilelerine dayanarak müthiş tek kişilik kahramanlık hikâyelerini değil. Çirkin Kralı hiç çekinmeden Amerikan Askerinden İncirlik’te dayan yiyen Faytoncu Cabbar’a taşıdı, ötekisi ise açıkça her kim gelirse gelsin, iktidardakini tutan Türkiye gazetesi ve onun halkla ilişkileri içinde kendisine verilen rolü. Evet, soru açık, kim halkın yanında saf tuttu, Halk kimi nasıl hatırlıyor? Geçmişi bugün nasıl yaşatıyoruz?