Antrenörlük metodolojisini incelerken; ortaya konan tüm yöntemlerin uygulama şekli ve etkisi ancak antrenörün entelektüel ve mesleki donanımları kadar oluyor.

Noktadan sonra Türkiye’ye döndüğümüzde, hiçbir yöntemin geçerli olmadığı yere… Maşallah öyle uygulamalar da oluyor ki; ibretlik vakalar…

Ve de; antrenör seçiminde hiçbir geçerli bir kriterin uygulanmayıp, hatta olmayıp, sadece sistem içinde geçerli olan ilişkilerin sonucunda göreve başlamak, tüm mesleki ve kurumsal değerleri yok etmektedir.

Burada tartışılması gereken gerçek de; başkan ve yönetici profilidir.

Çünkü bu profiller yüzünden hiçbir mesleki kriter uygulanmamaktadır.

Başkanların ve yöneticilerin başka işleri var ve para kazanıyorlar. Ama işin kötü tarafı futbolu da kendi işleri gibi yönetmeye kalkmalarıdır; demir satar gibi, çimento satar gibi, tüp satar gibi…

Hiçbir başkan ve yönetici istikrar ve sürdürebilinir bir başarı için gerekli olan çalışma ortamını ve zamanı antrenörlere verememektedir.

Bu onların suçu değil, bilmiyorlar…

Birincisi futbolu ve sporu gerçek iç dinamikleri bakımından bilmemektedirler.

İkinci olarak kendileri de görev süreleri ile ilgili ve kişisel beklentilerle ilgili olarak zamana karşı yarışmaktadır!
Hiçbir kulüp tüzel kişilik olarak şirket değil, dernek olarak kurulmuş ve genel kurul yapısı içerisinde başkanını seçmektedir.

Yani kulüpler kimsenin malı değildir!

Genel kurul üyeleri de seçtikleri başkanın etrafında uydu olmak için oy vermemeleri, aksine onu denetlemek ve başarı için zorlamak için oy vermeleri gerekiyor.

Ama sonuçta ne yaparsanız yapın “uydu” kaçınılmaz oluyor.

Tabii ki zincirin halkalarının yapısı o kadar kötü ki; iş antrenörlük mesleğinin uygulanmasına gelinceye kadar olan süredeki zafiyetler kendini orada da ortaya çıkartıyor.

Futbol artık zincirden ziyade, domino etkisinde...

Başkanlar, yöneticiler, antrenörler, medya baş başa yarışıyor.

Rant ve havuz maşallah o kadar büyük ki; futbol içinde ancak çerez halini alabiliyor, o yüzden; önceliği futboldan alıp ranta verdiler.

Yılmaz Vural da bunun bir parçası, İlhan Cavcav da bunun bir parçası.

Şaşılacak veya hayret edecek hiçbir şey yok.

Herkes havuzdan ilişkilerinin etkisi kadar yararlanabiliyor.

Zorlamanın da bir alemi yok.

Ama başka bir yolu var mı denirse, evet başka bir yolu var.

Bu kirli sistemin dışında kalarak mesleki tüm sorumluluğunu üstlenip futbolun gerçek yapısını ve mesleğin gerçek değerini korumak için mücadele edilir.

Sayın Vural boş kalığında TV’lerde ve gazetelerde yorum yapıyor.

Ama ben hiçbir zaman, mesleki unsurların korunmasıyla ilgili meslek örgütlenmesi veya akil bir yapılanması kurulması üzerine yorumunu görmedim.

Öncelikle mesleki örgütlenme ile çalışma koşullarındaki haksızlıkları ve haksız rekabetin ortadan kaldırılması gerekiyor.

Çünkü pırıl pırıl gençler arkada sıra bekliyor, ama maalesef kimse dönüp onlara bakacak veya onların önünü açacak bir sosyal değere ve mesleki değere sahip değil.

Sayın Vural’ın bu saatten sonra edineceği misyon; bu gençlerin önünü açacak kurumsal bir koruyucu yapının kurulmasına öncülük etmek ve bu gençlerin çalışması için eşit rekabet ortamının kurulmasını sağlamaktır.
Sayın Vural gündeme Cavcav Bey’in koşulları arasında heba olacak bir haberin kaynağı olarak gelmemelidir.
Olması gereken başka bir şey.

Amaç, PFA İngiliz Profesyonel Futbolcular Sendikası, VDV Almanya Futbol Oyuncuları Sendikası, AIC İtalya Futbolcular Sendikası gibi bir oluşumu gerçekleştirmektir.

TÜFAD merkezden söz etmeyi hiç düşünmemek gerekir, çünkü onların var olma sebepleri ve uygulamaları TFF buyruğundadır.

TFF’yi de yöneten Kulüpler Birliği olduğuna göre, tartışılacak bir şey kalmıyor.

Sayın Vural’ın artık yaşanan sorunların parçası olmaktan çıkıp, donanımlarını bu doğru yapılanmaların kurulması için kullanması gerekir.

İdeal insan olmak zordur, çünkü bedel ödemeden başarı şansın olmaz.

Ama geleceğin umutlarını yitirmek üzere olan gençlerin önünü açmak ve onlara sahip çıkmak... Sanırım Yılmaz Vural’ın gerçek yolu bu olmalıdır.

Amaç artık küme düşürmemek veya şampiyon yapmak değil, doğruyu yapmaktır.