90’lı yıllardan bu yana, hem akademik çalışma hem örgütlenme anlamında kadın sorunlarıyla ilgileniyorum; buna karşın 8 Martlarda kadın konusunda yazmak ya da yazmamak arasında gidip gelirim. Kuşkusuz konuşulacak çok şey var ama gelin kızın bir günlük sultanlığı gibi kadınlar ve sorunlarının da bir günlük tahta çıkarılıp sergilenmesinden hoşlandığımı söyleyemem.

Kısacası, boy boy ilanlarla yapılan kadın güzellemeleri, başarılı kadınları sergileyen “kadın gücü” ya da “kadın enerjisi” başlıklı konferanslar veya kadın sorunlarından söz edip günah çıkartmaya yönelen yazılar beni hiç ilgilendirmiyor.

Hatta, yarısının ilk öğretimden öte bir eğitim almadığı, –yaklaşık yüzde onu da hiç eğitim almamış, 15-24 yaş arasında bile hiç eğitim almamış yüzde 10’luk bir genç kadın kitlesi bulunmakta- genç kadınlar arasında üçte birlik bir kesimin ne okuduğu, ne çalıştığı, toplamda kadınların ancak dörtte birinin iş bulup çalışabildiği, çalışanların önemli bir kesiminin kayıtsız ve güvencesiz işlerde yer aldığı gibi kadın gerçeklerini düşündüğümde, “ne enerjisi, ne gücü” diye sormaktan kendimi alamıyorum!

Biliyorum; sorunların nedenleri derinde ve değişim de kolay değil. Ancak, kadının toplumsal konumunu açıklayan bunca bulgu ortadayken, bunlara karşı politika üretilememesi var ki bir anlamda bulguları da anlamsızlaştırıyor. Sonuçta, istatistikler ve araştırmalar yıllardır bilinenleri tekrarlamaktan öteye gidemiyorlar.

Öyle olunca, 2019 8 Mart’ında da benzer rakamlarla karşılaşacak, benzer sorunları konuşacağız diye düşünüyorum ki, 8 Martlardan sıdkımın sıyrılmasının nedeni burada.

Yani asıl meselemiz, göstermelik duyarlılıklar yetinip cinsiyet eşitliği yönünde kararlılıkla uygulanacak politikaların olmaması!.. Hatta bu da değil; aksi yönde uygulanan politikalar var ki, sorun üzerine sorun demek.

İktidar tarafından kadına ve sorunlarına bakışla ilgili söylenen ve “egemenlik” tüten sözleri tekrar etmeyeceğim; örnek çok... Uygulanan politikalara gelince, kadının bireysel değil aile içinde rolüyle değer kazandığı, küçük yaştan örtünmesinin, yine küçük yaşta evlenmesi ve çocuk doğurmasının istendiği, tecavüze uğrayan kadının bile kurtuluş için tecavüzcüsüyle evlenmesinin, hatta çocuğu doğurmasının beklendiği, kadın çalışsın derken ona destek olmak üzere kreş değil çocuk yardımlarının arttırılması yoluna gidildiği bir ülke burası!... Din adına oradan buradan konuşmaya kalkanların arttığı da görülüyor ki, kız çocuğuna bile cinsel obje olarak bakılıp, nasıl örterim, nasıl eve kapatırım derdine düşüldüğünü anlıyoruz.

Burada biraz Kadir Has Üniversitesi’nin (KHÜ) araştırmasından bir kaç örnek vermek istiyorum: Toplumsal cinsiyet algısı konusundaki bu araştırma, -daha önce de yapılan toplumsal değerler araştırmalarında olduğu gibi- eğitimsiz, çalışma yaşamı dışında, ekonomik ve toplumsal anlamda güçsüz kadın gerçekleri yanında, muhafazakâr değerleri içselleştirmiş bir kadın gerçeğini de gözler önüne sermekte ki, önemli.

En başta, kadın ve erkeğin rollerine ilişkin yaklaşımların bu yönde olduğunu görüyoruz. Kadınların yaklaşık yüzde 56’sı kadınların birinci görevinin ev işleri olduğunu söylerken, yüzde 38’i kadının evlendikten sonra çalışmaması görüşünü benimsemekte; erkeklerin evin reisi olduğunu söyleyen kadınların oranı yaklaşık yüzde 57’i bulmakta; ailedeki önemli kararları erkeklerin vermesi gerektiğini kabul edenlerin oranı da yüzde 42’ye ulaşmaktadır; kadınların yüzde 12’si de bazı koşullarda şiddetin hoş görülebileceğini söylemekte.

Kadınların en önemli sorunu konusunda yüzde 57’si şiddeti gösterirken, işsizliği sorun olarak görenlerin yüzde 9, kadın-erkek eşitsizliğini gösterenlerin yüzde 6, işyerindeki ayırımcılıktan söz edenlerin yüzde 1’de kaldığını görmekteyiz.

Gerçi, kadınların ancak yüzde 25’inin çalıştığı bir örneklem içinde bu konulardaki ilginin düşük kalmasında şaşılacak fazla bir şey bulunmayabilir. Ancak araştırmanın kentsel nüfusu kapsadığı düşünülecek olursa, işsizlik, eşitsizlik gibi konulardaki algılarının daha yüksek olması da beklenir. Örneğin DİSK araştırmasında, çalışan kadınların yaklaşık yüzde 11’i ayırımcılıktan söz etmekte; en büyük ayırımcılığı işe alımlarda yaşadıklarını söylemekteler.

Özetle, zaten muhafazakâr ve erkeğe bağımlı bir kadın gerçeği karşısındayız; iktidar da kadını aileye ve devlete daha bağımlı hale getirerek var olan sosyo-kültürel değerleri pekiştirmek peşinde.

CEDAW’dan filan söz etmeyeceğim; boşuna olur! Buna karşın, duyarlılık gösterilen kadına yönelik şiddet konusunun bile buna dahil olduğunu söylemek gerek.

Yukarıda değinildiği gibi, bu ülkede erkek egemenliği üzerine kurulmuş bir sosyo-kültürel yapı var; bu egemenliğe karşı çıkmaya çalışan kadınların çoğunu da şu veya bu biçimde şiddetin bekleyeceğini öngörmek de zor değil. Buna karşı mücadele ise, bir yandan sosyo-kültürel değişimi sağlayacak, öte yanda kadını güçlendirecek politikalar yönünde olmak gerekirken, bunları ara ki bulasın!... Aksine, sosyo-kültürel yapıyı eleştirmek değil, göklere çıkarmak makbul; kadının güçlenmesi ise, kayıtsız istihdamla girişimciliğe havale edilmiş durumda!

Söz edilecek daha çok konu var. Örneğin, neoliberal politikalar gibi kadın için farklı bir cendere anlamına gelen koşullar söz konusu. Yerim kalmadığından bu konuyu başka bir yazıya bırakıyorum. Yalnızca, neo-liberal politikalar var oldukça, ne daha fazla kadının çalışma yaşamına katılması, ne kadının güvenceli iş ve ücretler gibi çalışma koşullarının iyileşmesi, ne de çocuk bakımı gibi destekler bulabilmesi mümkün demekle yetineceğim.

Bir başka önemli konu da, kadınların ve kadın sorunlarının siyasal gündemde ne kadar ve nasıl yer aldığıyla ilgili. Bu konuda fazla söze hacet yok; Kader’in hazırladığı 8 Mart Karnesine bakılsa, yeter!... İktidarın seçimi belli; muhalefet ne durumda diye sorduğumuzda ise ne yazık ki partili kadınlar açısından bile hayal kırıklıklarından ötesini bulmak zor! O nedenle, 2016 8 Mart için yazdığım yazıda yer alan bir bölümü tekrarlamakla yetineceğim:

“CHP’li kadın milletvekilleri 8 Mart’ın tatil olmasını teklif etmişler ya, bana kalırsa, CHP’nin bütün koltuklarında ‘eşbaşkanlık’ sisteminin geçerli kılınmasını teklif etmiş olsalardı daha anlamlı bir şey yapmış olurlardı! diye düşünüyorum.”

Bu hafta sonu tüzük tartışması yapacaklarına göre, aynı önerimi tekrarlayabilirim. Keşke, şu koltuğa kim ve nasıl gelecek diye kaygılanmak yerine, öncelikle Parti’de “güçlü kadınlara ve güçlü kadın politikalarına” yer açacak değişikliklerle gidebilseler... Keşke, CHP’nin yenilenmesi ve güçlenmesinin bir yolunun da, bu konularda içten ve güvenilir olmalarına bağlı olduğunu görebilseler...

Olmaz ya, ben yine de söyleyeyim!...Çünkü, atılacak adımları yoksa, tüm 8 Mart nutukları laf!...