Çok değil daha 6-7 ay önce, yani Türkiye referanduma giderken, kâh Kardak kayalıklarına gemiler yollanıp Yunanistan’la gerilim yükseltiliyor, kâh Hollanda’ya bakan yollanıp vize krizi çıkartılıyor, sonra bunlar “milli mesele” diye sunuluyor, kâh miting meydanlarında idamı geri getirmekten söz ediliyor, kâh “Bir referandum da Avrupa Birliği için yapar, kendi yolumuza bakarız” diye efeleniliyor, vatan, millet, Sakarya dalgası kabartıldıkça kabartılıyordu.

Sonuç? Ne oldu sahiden de o günden bugüne? Ege Denizi’ndeki durum ne mesela, Hollanda ile yaşananlara dair diplomatik ya da hukuki girişimlerin neticesi ne oldu, idamı geri getirmeye yönelik bir hazırlık var mı, Almanya ile gerilim aylardır böylesine yüksekken AB’den çıkma hazırlıkları yapıyor mu mesela iktidar?

Elbette ki hayır, bunların hepsi kişisel ikballerini memleketin ikbaliymiş gibi gösterip kişisel iktidar savaşlarını yeni bir istiklal savaşı gibi sunanların, her sandık öncesi başvurdukları taktiklerin ve yaptıkları takiyenin yeni versiyonlarından ibaretti ve sandıkta istenen netice elde edildikten sonra da hızla gündemden indirildi, unutturuldu gitti.

ABD/Batı destek vermese kuruluşları da yükselişleri de kati surette mümkün olmayacak olanlar, ABD ve Batıyla ipler gerilince anında anti-emperyalist ve hemen ardından da Atatürkçü oldular biliyorsunuz. Burada da kalmadılar ve Norveç tatbikatındaki hadiseyle birlikte Türkiye-NATO ilişkilerini de sorgulamaya başladılar, hal böyle olunca kimi amigolar da hemen “NATO’dan çıkalım” tezahüratı yapmaya başladılar. Peki mümkün mü, İslamcılar NATO’dan çıkar mı, sermaye düzeninin icra komitesi olarak çalışanlar ve emperyalist bağımlılık ilişkilerine kendilerini gönüllü olarak zincirlemiş Türkiye sermaye sınıfı NATO’dan çıkmayı ister mi, NATO’dan çıkabilir mi?

Her şeyden önce, NATO sıradan bir askeri işbirliği örgütü değildir, dünya kapitalist/emperyalist sisteminin askeri çatı örgütüdür.

2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği ve komünizm korkusuyla, Sovyetler’e ve komünizme karşı nizami/gayrinizami yöntemlerle savaşmak için dünya kapitalist/emperyalist sisteminin yeni hegemon gücü ABD’nin tesis ettiği yeni dünya düzenine uygun bir şekilde, IMF ve Dünya Bankası gibi örgütlerle eş zamanlı ve aynı konseptin parçası olarak kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve reel sosyalizmin çözülmesinin ardından ise misyonunu tamamladığı kabul edilmemiş, kendisine yeni düşmanlar bularak ve yeniden yapılandırılarak, küresel sistemin bir tür jandarmasına/polisine dönüştürülmüştür.

Türkiye’ye bakarken, Türkiye ile ilgili konuşurken, Türkiye’nin kapitalist/emperyalist dünya sisteminin bağımlı ülkelerinden biri olduğunu, emperyalist hiyerarşide alt sıralarda yer aldığını göz önüne almadan yapılacak her analiz, her değerlendirme boşa düşecektir. Türkiye’nin sermaye düzeni ve sermaye sınıfı, ister İstanbul burjuvazisi olsun, ister İslami sermaye olsun, Batıya ve kapitalist/emperyalist sisteme göbekten bağımlıdır ve tam da bu nedenle sistemin askeri çatı örgütüne bağımlılık da kaçınılmazdır. Hem “Sistemin içinde kalayım, emperyalist bağımlılık ilişkilerim devam etsin” hem de “NATO’dan çekileyim” diyemezsiniz, zaten sistem de dedirtmez, birincisi budur.

Ve ikincisi, ikincisi, Türkiye sağ siyaseti NATO’ya en az sermaye kadar bağımlıdır, NATO ile göründüğünden daha “derin” ilişkileri vardır. Milli Türk Talebe Birliği, Komünizmle Mücadele Dernekleri, MHP-Ülkü Ocakları, başta Gülenciler olmak üzere tarikat ve cemaatlerin önemlice bir bölümü, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun ve bünyesindeki Glaido’nun sola karşı yürüttüğü gayrinizami savaş doğrultusunda palazlandırılmış, silahlandırılmış, siyasete, sokağa sürülmüş, kullanılmışlardır, hepsi emperyalizmin ve NATO’nun öz evladıdır. Kanlı Pazar’da, 1 Mayıs 1977’de, Bahçelievler’de, Maraş’ta, hep onların parmak izi vardır.

Velhasıl ne Türkiye sermaye sınıfı ne de onun icra komitesi olarak çalışan İslamcılar, eğer birileri bunu dahi göze alacak derecede bir akıl dışılığa sürüklenmemişse, NATO’dan çıkamazlar. Nitekim konjonktürel, günü kurtarmaya yönelik, Kayserili halı tüccarı mantığıyla yürütülen dış politikaya anti-emperyalizm atfederek iktidarın arkasında hizalanan ve “NATO’dan çıkıyoruz, hüloğğğ” diye sevinç çığlıkları atan koltuk değnekleri, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yapılan açıklamanın ardından bir kez daha hayal kırıklığına uğramışlar, İslamcılara duydukları aşkın karşılıksız olduğunu bir kez daha görmüşlerdir.

Sola, sosyalistlere, devrimcilere karşı kurulan uluslararası bir savaş örgütüne gerçek anlamda karşı duranlar ve Türkiye’yi NATO’dan çıkartabilecek olanlar ise elbette ki yine solculardır ve “NATO’dan çıkış” dinci-milliyetçi popülizmin kitlelere sunduğu bir afyon olarak değil, sol bir politik programın parçası olduğu ölçüde anlamlıdır. Sermaye düzeni devam ederken, neo-liberal program yürürlükteyken, emperyalist bağımlılık ilişkileri sürüyorken, dinci gericilik ülkeyi kuşatmışken, bunlardan ayrıştırılmış, bunları gündemine almayan, bunlarla mücadele etmeyen bir “NATO’dan çıkış” talebi, dinci hegemonyaya hizmetten başka bir anlama gelmez.

Anti-emperyalizm, Atatürkçülük, NATO karşıtlığı… Bunların hepsi, yeni istiklal savaşının değil iktidarın ikbal savaşının birer yansımasıdır, iktidarın içeride ve dışarıdaki sıkışmışlığına yanıt üretmek için kullanmak istediği enstrümanlardır ve iktidarın bunları gerçek anlamda sahiplenmesi doğası gereği imkânsızdır. NATO’dan çıkış mı, elbette ama sömürü düzeniyle ve dincilikle mücadele iddiasıyla birlikte, gerçekten bağımsız bir Türkiye kurma hedefiyle, bunların hepsini kapsayan bir politik program doğrultusunda. Uyduruk bir anti-emperyalizm adına siyasal İslam’a koltuk değnekliği yapma hevesi ve misyonuyla değil!