Öteden beri her yeni ocak ayına girdiğimizde içimi hüzün kaplar.

Oysa benim, oğlumun, yeğenlerimin ve ailemizden pek çok kişinin doğumları ocak ayının değişik günlerindedir.

Bir yerde sevgiyle bakmam gereken bir aydır ocak…

Ama böyle bakamıyorum!

***

Çünkü ocak ayında tarihimizin en karanlık günlerini yaşadım.

Hep bildiğim, sevdiğim, birlikte Türkiye için düşündüğüm, feyz aldığım ve bazen de farklı düşüncelerini saygıyla dinlediğim insanları kaybettim.

Türkiye’nin karanlık yüzü ocak ayı ile başlar…

***

Onlar; laik demokrasi, evrensel hukuk ilkelerine uyan tarafsız ve bağımsız yargı, hak ve özgürlüklerin alabildiğince genişletilmesini talep eden çağdaş bir ülke istedikleri için öldürüldüler!

Anti emperyalist, emek sömürüsüne karşı, dayanışma ve barıştan yana oldukları için katledildiler!

Arkalarından ağladık. Ama gerçek katillerini bulamadık!

Bulunması için devlet ve siyasi yöneticilerde çaba göstermedi.

Hâlâ yerleri doldurulamadı.

“Bugün yaşasalardı böyle olmazdı” sözleri bir özdeyiş haline dönüştü…

***

Onlar kimlerdi?

Onlar Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Gaffar Okkan, Abdi İpekçi’ydiler…

Onlar Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Turan Dursun, Necip Hablemitoğlu ve isimlerini saymadığım cesur ve kararlı aydınlarımızdı!

***

Hafızalarımızı tazeleyelim.

1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi evinin önünde suikaste uğradı.

Tetiği çekenin Mehmet Ali Ağca olduğu tespit edildi.

Ağca, konulduğu Maltepe Askeri Cezaevi’nden 23 Kasım 1979’da “derin ilişkili devlet” tarafından kaçırıldı.

Mehmet Ali Ağca aranırken, 13 Mayıs 1981’de Vatikan Meydanı’nda Papa 2. Jean Paul’a suikast girişimde bulundu. İtalya’da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

13 Haziran 2000’de Türkiye’ye iade edildi.

Ağca, Türkiye’de 10 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 18 Ocak 2010’da tahliye oldu.

Şimdi ne yapıyor belli değil!

***

Ağca’yla İtalya’da görüşen, İpekçi ve Papa cinayetlerine ışık tutan, Türkiye’de yapılan yolsuzlukları, soygunları açığa çıkaran, siyasal İslamcıların gerçek yüzünü teşhir eden, siyasal İslamcıların Atatürk Türkiye’sini çağdaş bir ülke olmaktan çıkarma gayretlerini halka anlatan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te arabasına konan bomba ile katledildi.

***

Uğur Mumcu, Musa Anter’in 20 Eylül 1992’de öldürülmesinden sonra kaleme aldığı "Dipsiz Kuyu" başlıklı yazısında şunları yazıyordu!

“… Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleriyle çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Oyuncuların ilk hedefi laikliktir.”

Bu can alıcı tespiti yapan Mumcu’yu öldürtenler yani gerçek failleri bulunmadı!

İşin kötüsü; o’nun düşüncelerini devleti yöneten o günkü siyasilerde anlamadı!

Şimdikiler ise, yazdıklarını gerçekleştirmek için uğraşıyor…

***

Yıllar önce Bahçelievler’deki evinin önünde 31 Ocak 1990’da uğradığı silahlı saldırıyla katledilen, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy diyor ki;” Türkiye’nin ana davası, laikliktir. Laiklik ilkesinin kalkmış olduğu bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz. Dolayısıyla laiklik Türkiye’nin, Türk Devleti’nin yaşam sorunudur.

***

Laiklik konusunu önemseyen, "İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını" söyleyen, kadın hakları ve irtica tehlikesi üzerine kitaplar yazan Bahriye Üçok, bu düşüncelerinden dolayı evinin önünde bombalı paketle katledildi...

6 Ekim 1990’da “İlmî Araştırmalar Vakfı” imzasıyla evine gönderilen bombayla işlenen bu cinayeti “İslami Hareket” adlı örgüt üstlenmişti...

Üçok, hunharca öldürüldüğü sırada SHP için “laiklik raporunu” hazırlamaktaydı…

Diğerlerinin olduğu gibi, o’nun da gerçek katilleri bulunmadı!

***

Dikkat edilirse katledilen aydınların tamamı, Türkiye’nin laik demokratik bir ülke olmasında hemfikirler!

Canları pahasına verdikleri mücadelenin nedeni, çağdaş ve tam bağımsız bir ülkede eşit, özgür ve barış içinde yaşamak!

***

Türkiye’de, iktidarı ele geçirmek isteyen siyasal İslamcıların ilk hedefi laikliği ortadan kaldırmak, sonraki hedef ise, evrensel hukuk ve bilime dayalı eğitimdi!

Çünkü oynanan oyunları gizlemek için bilinçli yurttaş değil kul, millet değil ümmet yaratmak isteniyor!

***

Bu nedenle Anayasa’dan LAİKLİK ilkesinin çıkarılma hazırlıkları bıkmadan yapılıyor!

Utanmadan, “Laiklik tehlikede değil” diyenler, aslında, onların değirmenine su taşıyanlardır!

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin niteliğini değiştirmek isteyenlere ne yazık ki, “misyonu laik demokratik Türkiye’yi” korumak olan CHP’nin bugünkü yönetiminin sessiz kalarak meydanı boş bırakması içimizi acıtan en ciddi konudur!

***

TBMM’nin 3 Mart 1924’te çıkardığı yasayla kaldırılan Halifeliği, AKP yasanın birinci maddesine istinaden “halifelik; hükümet ve Cumhuriyet yani TBMM’nin anlam ve kavramı içinde saklıdır” İfadesine dayanarak yeniden ilan etmek istiyor.

Anayasa’da var olmasına rağmen laiklik ilkesi ortadan kaldırılırken sessiz kalanlar, şimdi de halifelik hevesine de ses çıkarmıyorlar!

***

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik demokratik ilkelerini, sosyal ve hukuk devleti yapısını değiştirip İslam Cumhuriyeti’ne dönme adına kumpaslar kuranlar var!

Bunlar, sanatçıların dilini kesmeye, gazetecileri hapislere atmaya ve muhalif kanalları, troller, RTÜK, savcılık ve devletin tüm gücünü kullanarak sindirmeye çalışıyorlar!

RTÜK dün de TELE1’e, Selçuk Tepeli ’ye ve FOX TV’ye duyulmamış nedenlerle, görülmemiş cezalar verdi!

Zamanın geldiğinde yapılanların hesabı bağımsız yargıya verileceğini unutulmamalı!

Bilinmeli ki her başlangıcın bir sonu vardır!.

***

Buruk yaşadığım her ocak ayında mücadeleye devam edeceğime kendimce söz veririm!

Dün Müjdat Gezen’lere, Genco Erkal’lara Yılmaz Özdil’lere sahip çıktığımız gibi bugün de Sezen Aksu’lara, Sedef Kabaş’lara, Selçuk Tepeli’lere ve Uğur Dündar’lara sahip çıkacağız…

Yılmayacağız, korkmayacağız ve ilk demokratik seçimde bizlere cahiliye dönemini reva görenler “Geldikleri gibi gidecekler!”