12 Eylül darbecileri tarafından 24 Kasım 1981 tarihinde ilan edilen Öğretmenler Günü’nde sözü öğretmenlere bırakıyoruz. Onlar eğitim sistemindeki sıkıntıları yakından yaşıyor....

12 Eylül darbecileri tarafından 24 Kasım 1981 tarihinde ilan edilen Öğretmenler Günü’nde sözü öğretmenlere bırakıyoruz. Onlar eğitim sistemindeki sıkıntıları yakından yaşıyor. Kendi sıkıntıları ise her geçen gün büyüyor...

 

ACUN KARADAĞ

Öğretmen

Sevgili Nesrin öğretmenim

70’li yılların sonuydu ilkokulu bitirip senden ayrıldığımda. İki yıl sonra da 12 Eylül 80 Darbesi oldu. Bilmem sana ne yaptılar cunta yönetimi ve sonrasındaki planlı uygulamalarda. Ama bize çok şeyler yapıldı Nesrin öğretmenim.

Önce apolitik bir nesil yetiştirme politikalarının ilk uygulamalarıyla karşılaştık. Onlar gayet politik uyguluyorken, bize “Susun bakayım! 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz?” dediler. 80 öncesi dönemi çok kötü sanarak büyüdük. Kimseler o dönemin dayanışmasından, örgütlenmelerinden, kitlesel mücadelelerinden bahsetmeye cesaret edemiyordu. Belli ki gelenler çok ezmişlerdi insanları.

Ama öğretmenim ben senden çok şey hatırlıyordum 12 Eylül öncesine dair. Emekçi çocuklarının toplandığı sınıfında, evlenmeyi düşünmeden kendini onlara (bize) adayışını. İnsanlık değerlerini nasıl aşıladığını, gazetede kağıtlarından kitap kapladığımızda, yan sınıftaki bürokrat çocuklarının parlak kaplıklarından daha değerli olduğunu söyleyerek, israfın yoksullara karşı bencillik olduğu düşüncesini oluşturduğunu… Bunları kimse unutturamadı öğretmenim. Kişiliğime kazımıştın çünkü.

Yıllar geçip üniversiteye geldiğimde bunlardan bahsettikçe, hak, adalet, yoksul, emek vs. sözcüklerini kullandıkça “Sen Komünistsin” dedi çokları. Oysa bilmiyordum ne olduğunu Komünizmin. Ama onlar ısrarla “Sen Komünistsin” diyorlardı. Dedim ki “Galiba bu Komünizm iyi bir şey.” Çünkü benim konuşmalarımda geçen “Emeğe saygı, yoksulluğun kader olmadığı, adaletin insanlığın temeli olduğu” kavramları kötü değildi.

Neyse öğretmenim üniversite bittikten bir süre sonra okudum öğrendim ne olduğunu. Fakat ben 80 Dönemi genciydim. Önüme yol çizilmişti; “Mezun ol, işe gir, evlen, çocuk yap” öyle yaptım öğretmenim.

96’da senin gibi öğretmen oldum. Bir de yanlış evliliğime pişman oldum öğretmenim. Eşim benden daha ileride 12 Eylül çocuğuydu. Ondan korka-çekine yeni tanıştığım Eğitim-Sen’e üye oldum. Gizli saklı gittim geldim sendikama. Sonra öğretmenim, sonra bıraktım 12 Eylül korkusunu da evliliğimi de…

Öğretmenim biz sana getirmedik, yoktu bizim zamanımızda. Her yıl 24 Kasım’da çocuklar hediyeler alırlardı bize. Uzun yıllar merak etmedim kökenini bugünün. Neden Öğretmenler Günü? Nereden gelmiş? Bir gün öğrendiğimde hediye kabul etmez oldum. Bu günü kutlamaz oldum. 24 Kasım 1981’de cunta hediye etmiş bugünü biz öğretmenlere. Bugüne kadar cuntadan kan, gözyaşı, işkence, baskı, sürgün ve acılardan başka ne geldi ki, bu son gelen iyi olsun dedim. Haklıymışım böyle düşünmekte. Zira bir öğretmenler günü daha olduğunu öğrendim sendikamdan. “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü.” Sonra sordum kendime; okullarda 5 Ekim neden kutlanmıyor da 24 Kasım kutlanıyor? Araştırdım. 5 Ekim ILO ve UNESCO ortak belgelerinden öğretmenlerin statülerine ilişkin, 145 paragraftan oluşan tavsiye kararları alınmış. Öğretmenin işe alınmasından seçme ve formasyonuna, mesleğe hazırlıktan meslek sorunlarına kadar, istihdam güvenliği, öğretmen hak ve sorumlulukları, tatili, ücreti, özel izni, araştırma izinleri, sağlığı-sosyal güvenliği gibi konular. 1994’ten beri de Türkiye dahil yüz ülkede kutlanıyormuş. Eğitim Sen olmasa biz duymayacağız.. 2007’de Milli Eğitim Bakanından okullara bir kutlama gelmiş, onu da fark etmemişiz. Biz hâlâ 24 Kasım’dayız.

24 Kasım’ın bize verdiği öğrencilerden gelen (ki harçlıklarından zorlanarak alırlar) hediyeler ile kalabalık sınıflar, sürgünler, sevk aldığında ücret kesmeler. 24 Kasım’ın bize kazandırdığı ücretli öğretmen olmak, tüccar gibi öğrenciden para toplamak, sınava girip uzman öğretmen olarak apolet takmak, KPSS’ye girip kazanamamak, dershanelerde ayda 300 liraya haftada 30 saat çalışarak sömürülmek...

Şimdi öğretmenim, sevgili Nesrin Öğretmenim, bana kazandırdığınız mantıklı ve sorgulayıcı bakış açısıyla düşününce soruyorum; “Bir yanda 5 Ekim’in vurguladığı öğretmen hakları, bir yanda 24 Kasım’ın 364 gün sefaleti, 1 günlük sefası...” Siz egemen olsanız hangi günün anlam ve önemini vurgulayan bir günün kutlanmasını istersiniz? Bir günlük “Cici öğretmenim olmayı mı, 365 gün haklarınızın farkında olacağınız bir günü mü?” Kendi içlerinde tutarlılar. Aman kimse duymasın 5 Ekim’i! 24 Kasım’ı Atatürk’ün başöğretmen olduğu gün perdesiyle kapatarak 24 Kasım Öğretmenler Gününüz(!) kutlu olsun.

Sevgili, canım Nesrin Öğretmenim, iyi ki sizin öğrenciniz olmuşum, iyi ki sizi dinlemişim. Bugün uyanık duruşumu sağlayan güzel yüreğinizden, ellerinizden hasretle öperim.

 

***

ÜNAL ÖZMEN

Üç ayrı öğretmenler günü

Öğretmenlerin çoğu, ilk yıllarda 24 Kasım’ı öğretmenler günü olarak içine sindiremedi. Atatürk’ün Başöğretmen olduğu güne denk getirildiği için değil, faşist bir yönetim tarafından riyakârca dayatıldığı için. Bundan dolayı ilk zamanlarda öğretmenler resmi törenin dışındaki kutlamalara pek itibar etmedi. Ama şimdi durum öyle değil.

Geçenlerde, başından beri 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü olarak kabullenmemiş bir öğretmenle konuşurken “24 Kasım’la aran nasıl?” diye sordum. O gün kendi okulunda da yemekli bir eğlence düzenleneceğini, katılım konusunda 85 öğretmenden sadece kendisinin kararsızlık içinde olduğunu söyledi. Kararsızlığının nedenini sorduğumda: “Katılsam bir türlü, katılmasam bir türlü…” dedi, katılırsa inancına ters bir iş yapacakmış gibi… “23’ü sendikamızın (Eğitim Sen) üyesi, içlerinde üyemiz olmadığı halde 5 Ekim (Dünya Öğretmenler Günü)de düzenlediğimiz etkinliğe katılanlar oldu, şimdi onların tercihleriyle çatışmak istemiyorum” diyerek olası olumlu kararını açıklamaya çalıştı.

Bence bu konuşma, bizim tarafımızdan meşruiyeti her zaman tartışma konusu olacak olsa da, geniş bir öğretmen kitlesi arasında “ulusal gün” itibarı görmese de  24 Kasım’ın günümüz öğretmenleri arasında genel bir kabul(!) gördüğünü anlatmak için yeterlidir.

İçeriği, mesleğin çeşitli sorunlarını tartışılır kılacak şekilde zenginleştirilmemiş de olsa bu genel kabule bakarak öğretmenlerin 24 Kasım’ı özel günlerinden biri sayıp kutlamasında bir sakınca olmasa gerek.

Kaldı ki aradan geçen zamanın ve yeni kuşak öğretmenlerin  bu güne, her ne kadar bizim açımızdan anlaşılır olmasa da kendilerince bir anlam yüklediğini de kabullenmek gerek.

24 Kasım’ı kabullenip kutlamak 5 Ekim’e helal de getirmez: 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü, daha nitelikli bir eğitimin yanı sıra öğretmenlerin statülerine ve ekonomik yönden iyileştirilmelerine ilişkin önerileriyle 1994’ten beri zaten Türkiye öğretmenleri arasında hak ettiği yere oturdu. Hem iki, (16 Mart’ı da sayarsak) üç ayrı öğretmenler günü olmasının ne zararı var!

Hintli öğretmenler, eski cumhurbaşkanları (1962) Radhkrishnan’ın doğum gününü (5 Eylül) öğretmenler günü olarak kutluyorlar. Sihizmin kurucusu Guru (Öğretmen) Nanak’ın ya da Gandhi’nin doğum günü olsa hadi neyse dersin ama sadece eski bir öğretim üyesi olduğu için bir cumhurbaşkanının doğum gününün ulusal günlerden biri sayılması, Atatürk’ü başöğretmen yapan referanslarından daha anlamlı değildir her halde. Üstelik  Arap alfabesini Latin alfabesi ile değiştirdiği için Atatürk’ün başöğretmenliği hak edilmiş bir başöğretmenliktir.

“24 Kasım Öğretmenler Günü” kutlu olsun.

 

***

MUSTAFA KEMAL YILMAZ

Öğretmen

Öğretmenin kendisine yabancılaşmasının öyküsü

Öğretmenler odasında çaylar yudumlanırken, bir anda yapılan espri üzerine  bir kahkaha tufanı koptu. İstisnasız herkes katıla katıla gülüyordu. Peşi sıra  yapılan eklemelerle  bir iki dakika içinde ortalık iyice şenlendi. Fakat bu arada çalan zilin sesi pek fark edilmedi. Ta ki müdür yardımcısının odaya girip hafiften bir uyarmasına kadar. O anda kahkahalar azalıp yerini hafiften bir telaşa bıraktı.

Küçücük odada, ezberlenmiş hareketlerle ama birbirine çarpmadan, dolaplardan çantalar, klasörler, dosyalar, haritalar alınıp önlükler giyilip, telefonlar titreşime getirilerek katlara yolculuklar başladı. Şimdi de öğretmen zili çalmıştı. Yüzlerdeki az evvelki kahkahaların izleri yavaş yavaş kaybolmalıydı. Bunun için ilk prova sınıfa girmeden, fotokopi çektirmek için izin isteyen öğrenci ile yapıldı. Gergin ve ciddi bir tavırla “Peki ama bir daha işini teneffüste hallet!” Tamam, işte, şimdi sınıfa girebilirdi. Ama aklında hâlâ az evvelki yapılan espriler vardı. Düşündükçe gülesi geliyordu.

Bu arada nöbetçi öğretmen bütün koridoru sınıflara sokmuş ona doğru geliyordu. Bu durumu ona izah etmek için uğraşacağına bir an önce sınıfa girmeyi tercih etti. Kapıyı açtı, kendini içeri bıraktı. Ama yüzü hazır değildi. Ayağa kalkan öğrenciler öğretmenlerinin yüzünde ciddiyetle karışık bir gülümseme ifadesi  gördükleri için hafiften sırıtmaya başladılar. Oldukça sert bir tonla “Ne gülüyonuz lan öyle pişmiş kelle gibi!” Çocuklarda çıt yok. Onlar ayaktayken aralarında dolaşarak  hâkimiyeti iyice ele aldı. Sınıf artık derse hazırdı. “ Otuuurrr!” Yoklama yaparken, ders defterini doldururken sınıfı kontrol ediyordu sürekli. Ayağa kalktı. Ve öğrencilerine kitaplarını açmalarını söyledi. Önceki dersi bir öğrenciye özet olarak anlattırdı. Tahtaya yazdıklarını not almalarını söyledi. Anlattı anlattı anlattı... Yüzü hep aynıydı. “Otuuur”derkenki ifade aynen devam ediyordu. Belki de en önemli ders aracı oydu. Soru soran öğrencilere yanıt verirken, bir sonraki dersin ödevini verirken, titreyen telefonunu çaktırmadan çıkartıp gelen çağrıya bakarken, saati kontrol edip kapıya doğru yönelirken hep aynı yüz.

İşte gene dersten en önce o çıkmıştı. Arkasından koşan öğrenciler ona çarpmamak için manevralar yaparken o kararlı bir şekilde merdivenlere yöneldi... Önde yürüyen öğretmen arkadaşına “Günaydın” derken  zorlandı. Hazırlıksız yakalanmıştı. Olsun, bu da teneffüsün provasıydı. Yoluna devam etti. Karşıdan gelen arkadaşına “Günaydın hocaanım” derken fena değildi tebessümü.

İşte öğretmenler odası görünmüştü. Kapıdan içeri girdiğinde bir süre önce çıkıştaki ifadesini yakalamıştı bile. İçerde muhabbet gene başlamış önceki kadar olmasa da gülüşmeler devam ederken  çayını getiren çaycıya nazikçe “Sağol” dedi. Telefonunu çıkardı. Yanıtsız aramayı yanıtladı. “...Tabi tabi, ben arayıp size bilgi veririm. Hoşçakalın” derken dersi bitip de çıkma hazırlığındaki arkadaşına eliyle güle güle yaparak  konuşmayı bitirdi. Konuşurken zilin çaldığını da fark etmişti. Yarım çay bardağını sehpanın üstünde bırakıp yerinden kalkarken  yüzü gene gerildi ve kendi kendine sormadan edemedi.

 “İki zil arasında geçiyor zamanımız. Hangisi kendimize, hangisi başkalarına?”

 

***

İLHAN YILDIZ

Emekli Öğretmen

24 Kasım Öğretmenler Günü  değildir!

Yaşadığımız bunca acı, yoksulluk ve sefalete; yaşanan çok yönlü krize rağmen halkımızın sahte kutuplaşmalara sürüklenmesinin nedeni olan ""Eylül ürünleri"" hâlâ kullanımda.

Yazılanlar yeni değildir, yaşadıklarımızı anımsamak, anımsatmaktır.

24 Kasım niçin öğretmenler günü olamaz?

Olamaz, çünkü birdenbire birilerince uyduruldu, dayatıldı.

12 Eylül TÖB-DER"i de kapattı, sivil yargıda aklanmasına karşın mal varlığına el koydu. Mal gaspı hâlâ sürüyor, çok sayıda öğretmen tutuklandı, meslekten çıkarıldı, kıyıldı, sürüldü. Öğretmenler hizaya getirildikten sonra ""Günümüz!"" paşalarımızın armağanı oldu.

12 Eylül neo-liberalizmin hizmetindeydi. Her şey gibi eğitim sistemi, okullar, gençlik piyasaya uydurulmalıydı. Yetmiş gençliği imha edildi. Geçmişle bağı kopmuş gençlik yaratmak için medya yeniden yapılandırıldı.Geçmiş karalandı. Bireycilik, markacılık, tüketme, köşe dönme yüceltildi. Medya gençliği cinselliğe, alışverişe, uyuşturucuya yönlendirdi. Artık gençler tek tipti, sanki birbirlerinin kötü kopyalarıydı.

Eğitim hakkı  adım adım yok edildi, paralı eğitim ortamı oluşturuldu, ırkçı ve dinci eğitim bilinçli olarak tercih edildi.

Öğretmenlik ek iş oldu, meslek dışı unsurlar, formasyon sahibi olmayanlar öğretmen yapıldı, yapılıyor. Aynı öğretmenler odasında kadrolu, sözleşmeli, geçici, vekil, ücretli, uzman, başöğretmeni görebilirsiniz.

Ekonomik açmaz içine düşen öğretmen özel okullarda, dershanelerde, sürücü kurslarında, etüd merkezlerinde; kimi zaman evinde özel ders vererek, kimi zaman okullarda kitap-dergi pazarlamacılığı yaparak pazar ekonomisinden pay alma mücadelesine katıldı. Eğitimci mesleki saygınlığını yitirdi.

 İnsanca yaşam, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren öğretmen hareketi saldırıları püskürtemedi.

Geldik bugüne: Neoliberallerin ""yeni dünya düzeni"" yerle bir oldu. Bilimsel gerçeklik, medyanın sanal  gerçeğini tuz buz etti. Şaşırdılar, şaşkınlar.

Ancak yaşadığımız bunca acı, yoksulluk ve sefalete; yaşanan çok yönlü krize rağmen halkımızın sahte kutuplaşmalara sürüklenmesinin nedeni olan ""eylül ürünleri"" hâlâ kullanımda.

Bugün 12 Eylül’ün ürünü olan ""YÖK""ün yetiştirdiği öğretmenlere Eylül"ü anlatamamak bizim eksiğimiz. Ancak anlatmak için az uğraşmadık fakat postmodern gürültüde sesimiz kayboldu, kimsede pek dinlemeye çalışmadı. Başaramadık.

Yine de ""biz ki acılar döneminden ellerimizi kirletmeden geçtik"" (Ş.Kurdakul).

Tüm baskılara karşın 24 Kasım bizlerin öğretmenler günü olmadı, olmayacak.