Eğer sonbaharla birlikte “sıcak para” yönünü Kuzey ülkelerine çevirirse, asıl o zaman faizler patlar ve döviz kuru tekrar sıçrar. Tahminim o ki, Türkiye ekonomisini sancılı günler bekliyor

Sıcak yaz günlerinde tüm yaşam gibi, ekonominin ritmi de yavaşlar, ekonomik aktörler risk almaktan kaçınır, büyük sarsıntılar gözlemlenmez. Ne zaman ki tatil biter, kapitalizmin krizlere gebe dünyasının defoları daha net biçimde ortaya çıkar, işte o zaman fırtına kopar. Ne var ki, yazın asude ortamında bile, ekonomik istatistikler üzerinden riskleri, kırılganlık noktalarını, olası tehlikeleri öngörmek imkânsız değildir…

Lafı uzatmayayım, bu yazının konusu Türkiye bankacılık sektöründe risk yönetiminin iyice gevşetilmesi, kamu otoritelerinin tedbirsizliği iyice körüklemesi olacak. AKP rejiminin temennisi, faizler düşük seyretsin, bankalar yüksek enflasyona karşın ucuza topladığı mevduatları gürül gürül krediye dönüştürsün, hiçbir duvara toslamadan ekonomi şaha kalksın… Bir anlamda “ölme eşeğim ölme” ekonomisi…

Bir hatırlatma yapalım: 2001 krizi sonrasında kamunun borçlarının tavan yapması, emeklilere bol keseden ödemeler yapılmasının, tarım üreticisinin heybelerinin doldurulmasının, yani “populizmin“ filan sonucu değil, “bankacılık kurtarma operasyonlarının” faturasının kamuya yıkılmasının doğal yansımasıydı. Özetle, sade yurttaşın, sıradan vergi yükümlüsünün cebinden bankacılık sistemi yüzdürülmüş, bu enkaz aşırı faizlerle borçlanılarak kaldırılmıştı.

Tüm önlemler gevşetiliyor

Şimdi de benzer bir süreç yaşanıyor, ekonomi yetkilileri riskleri üstlenerek, tedbirleri elden bırakarak, sağlamlığıyla övündükleri bankacılık sistemini tehlikeye atıyorlar. En önemli risk kalemi KGF kredileri; bu programla ağırlıklı KOBİ’lere ve ihracat şirketlerine açılan kredilerin miktarı 206 milyar TL’yi bulmuş durumda. Kısa bir sürede 250 milyar TL’lik üst limite ulaşılması bekleniyor.

Bununla da kalmayıp, bir BDDK kararıyla sermaye yeterlilik oranı hesaplamasında kurallar gevşetiliyor, suni bir biçimde bu gösterge yukarı çekiliyor. Sektör için 2009’da 20.6 olan bu oran, 2017 Ocak’ta 15.2 gerilemişken, türlü manevralarla mayıs itibarıyla 16.7 görünüyor. Bankacılıkta likidite oranları da, yeterince kolayca nakde çevrilebilir varlık bulundurulması, böylelikle en kötü senaryoda bile yükümlülükleri karşılayabilmek açısından önemlidir. Son kararla Merkez Bankası’nda karşılık kabul edilen tüm varlıkların likidite açısından en makbul % 100 statüde kabul edilmesiyle, daha az likit varlık tutarak kredi hacminin artırılması umut ediliyor.

KGF kredileri Hazine kefaletiyle gerçekleştiği için, yarın geri ödenmeyen borçların yükü kamu bütçesine binecek. O nedenle bankaların hoyratça kredi saçmasının kendileri açısından fazlaca riski yok. Sermaye yeterlik oranı ve likidite oranı gevşemeleri de maliyetleri aşağı çekecek; aynı sermaye tabanı ve likit varlık kompozisyonuyla daha büyük bir kredi hacmine ulaşılmasını sağlayacak.Ama riske karışı tüm önlemler elden bırakılmış olacak.

TCMB’nin verilerine göre, 2016 sonuyla karşılaştırınca bankacılık sektörü yurt içi kredileri 2017 yılı 21 Temmuz itibariyle tam 190 milyar TL artmış; mevduattaki artış ise 100 milyar TL’de kalmış. TL mevduatları sadece 54 milyar TL kıpırdarken, TL krediler 170 milyar TL sıçramış. Kredi/mevduat oranı da %125.1 düzeyine kadar yükselmiş. Bu da haliyle tasarrufları çekebilmek için bankaları mevduata daha yüksek faiz ödemeye teşvik etmiş. Verdikleri kredinin riskini üstlenmedikleri için, tasarruflara daha yüksek bir oran önererek kâr marjını daraltmak lüksleri ortadan kalkmamış.

Hazine’nin yüzde 98 oranında bir iç borç çevirme oranı öngörürken, bu güne kadar oranın yüzde 114 gerçekleşmesi, yüzde 125’e yükselebileceğinin tahmin edilmesi de, kamuyu ödünç verecek fonların davetsiz talibi haline getirdi. Bu bozulmanın bütçe açığını tırmandırması bir yana, faiz oranlarını yukarı doğru iten bir moment yaratması da sözkonusu. Zaten Hazine ihalelerinde, ortalama yüzde 11 gibi, teorik olarak risksiz faiz çıkarken, bankaların mevduata bunun 1-2 puan üzerinde net faiz önermeleri oldukça rasyonel görünüyor.

Ekonomiyi zor bir dönem bekliyor

Bana kalırsa asıl kritik nokta, finansal piyasalarda bu gelişmelerin, özellikle de Trump’ın yarattığı hayal kırıklığının etkisiyle, küresel fon akışlarının Türkiye benzeri ülkelere yöneldiği elverişli bir dönemde gerçekleşmesi. Bu rüzgârların etkisiyle, 2016 sonundan 2017 Temmuz’una kadar Türkiye’ye 8.9 milyar dolarlık portföy girişi oldu; bu faizlerin göreceli olarak daha az yükselmesini, döviz kurlarının gevşemesini getirdi.

Gelelim madalyonun öteki yüzüne: Eğer sonbaharla birlikte “sıcak para”, sıcak ülkelerden Kuzey ülkelerine doğru yeni bir rota belirlerse, asıl o zaman faizler patlar, döviz kuru tekrar sıçrar, “Türkiye’nin dünya lideri olmasını hazmedemeyen George’ların, Hans’ların sabotajları” senaryosu gündeme gelir. Açıkçası, temennim değil ama tahminim, Türkiye ekonomisini, Zeki Müren’in kadife sesinden “Yine hazan mevsimi geldi“ şarkısını dinleyeceğimiz sancılı günlerin beklediği doğrultusunda…