Gerçeklerin yönünü değiştirmeyi, tarihin yönünü değiştirme sanan
Yeni Türkiye “sayıklaması” bitiyor.

İktidar “sonsuz” ve “sınırsız” değildir kadim bilgisi yine Haziranda hızla ilerliyor.

Ve devlet vasfı yitmiş, hukuku tüketmiş “şahsileşmiş despotik donanımı” kendi kara deliğine doğru sürüklüyor.

Sorumsuz egemenlik statükosu; toplumun öyle Çevre Bakanlığı’na talimatla imar geçirilmiş arsa olmadığı dramatik tecrübesini amansızca yaşayacak.

Birikim sağlama hızını kaybetmiş İslamcı “lümpen kapitalizmin” efendileri, etkinlik duygusunu kaybedince hiddet nöbetleri kontrolden çıktı toplu cinnete erdi.

Elbette anlamadıkları şuydu, ne tarih öyle ayağa kalkmıştı ne de kozmik bir taltife mazhar olmuşlardı.

Sadece Türkiye’nin modüler vesayet sistemini bir süreliğine tüm kurumlarıyla ele geçirip enine boyuna kurcalamışlar.

İktidar güçleri sınırsızca genişleyip toplumun sınırı, insan varoluşuna kitleyip yalnızca hayat kullanım değerine indirgenince “total tahakkümün” zirvesine vardıklarını sanmışlardı.

Ama heyhat!

Geriye sesi kendine yansıyan ihtiraslı hırçın monologdan başka bir şey kalmamıştı. Şimdi ne bayat milli klişe resmi-geçidi işe yarıyor ne gına getiren fetihçi Osmanlıcılık showu, anksiyetesi tepe yapmış iktidar sahiplerini teskin edebilirdi...

Bu duygusal gelişimini durdurmuş adeta ergen altı çocukluğa dönen, bütün ülkeyi kişisel çıkarları doğrultusunda kıstıran, ağır hasta “Yeni Türkiye” olur da buzlu camdan siluetini görse kendini bile “öz- düşmanı” zannedebilirdi.

Yani 13 yıldır kılıktan kılığa soktuğu, gömlekten gömleğe geçirdiği imgesini tanımayıp, kavrayamayınca “Sen kimsin, haddini bil, ağır bedel ödeyeceksin, talimat verdim” deme vaktine erişmişti.

“Gerçeği” iktidar ve otoriter imtiyazlarını pekiştirmek adına uzun yıllardır manipüle edenlerin gün gelir feci yabancılaştıkları “kendi gerçeklikliğiyle” karşılaşınca dehşete düşmeleri çok doğaldı.
Ayrıca suçlunun masum, yalanın gerçek, yanlışın doğru, zorbalığın adalet muamelesi görüp yıllardır alkışlandığı yer sonuçta onlar için de “ürperticiydi”.

Yani “haklılardı” buralar artık hiç tekin sayılmazdı.

Çünkü buralarda evladı öldürülmüş analar defalarca kin ayinlerinde yuhalanır, ölü çocuk anaları katili darp ve hakaretten yargılanır, boğulmuş madenci eşlerinin yanında asıl sorumlulara gurur tezahüratları atılır, arkadaşlarının ölüsünü çıkaran emekçi yerlerde tiksintiyle tekmelenir, tokatlanırdı.

Belki hatırlarlar; tam dört yıl önce bugün nedamet getiren “liberal yedek kadrolarla” seçimlere giderken Hopa’nın adı bile Dereiçi olan köyündeki deresine HES yaptırtmak istemeyen öğretmen Metin Lokumcu’yu gazla boğup “Hopa’ya eşkıya inmiş adamın biri de ölmüş ismi önemli değil” dediklerini.

Canı önemli olmayanın adı bile telaffuz edilmezdi, onlar yaralı başı hâlâ bağrımızda uyuttuğumuz çocuk için “o” derdi ve borsalar etkilenmezdi.

Son dört yılda onların bildikleri tek yönetme pratiği kaba güç ve nefret kültürüyle binlerce vatandaşı çoluk çocuk demeden “insanlığından” kovanlar, ardına sığındıkları pahalı duvarların çatır çatır yarıldığını tecrübe ediyorlar.

O yüzden bizim için Haziran sadece bembeyaz bir ay değildir, Haziran sadece direnişin mevsimi de değildir, Haziran mazinin delişmen paylaşım günleri hiç değildi...

Haziran hâlâ bizim içinde adım adım yol aldığımız onlar için her gün daha da fazla korktukları, ürperdikleri zamanın adıydı...

Bilmezlerdi egemen, tarihi kamu zenginliği ve gücü teşhiri organize miting sanır, toplumların tarihi ise gürül gürül akardı...