Kobaneli küçük Aylan’ın fotoğrafı birkaç gün için “küresel merhameti” titreştiren yeni popüler imgeye dönüşmüş ve “dünyayı ağlatan” en top on görüntünün arasında yerini almıştı.

Nasıl kapitalizmin daimi sömürgesi Afrika’da açlıktan ölen çocuk fotoğraflarında beyaz adamın parmak izi gizlenip, oryantalist-egzotik seyir nesnesi muamelesi görüyor ve “insanlık trajedisi” formatıyla, bu çocukların dedelerinin 40 yıl önce kendi topraklarında tarım yapıp doydukları veya o toprak ve denizlerin küresel egemenlerce yağmalandığı bilgisi esirgeniyorsa...

Kobaneli Aylan’ın fotoğrafı da Batı Kapitalist sistemi ve bölgesel güç olduğu vehmiyle kıvranan Türkiye’deki “fiili durum” tarafından “gözyaşı tutamama nesnesi” gibi derin bireysel duyuşlara neden olmuştu.

Son altı ayda bir metro trenini dolduracak kadar mülteci kabul etmiş İngiltere Başbakanı Cameron ve Afrika’daki sömürgelerinden kolonyal gölgesi eksilmeyen, Fransız vatandaşı Romanları vatandaşlıktan atan Fransa’nın Devlet Başkanı Hollande kamuoyu geçici hassasiyetini giderecek steril beyanatlar vermiş.

Afganistan-Pakistan hattından Irak, Suriye hattında ilerleyen Libya’yı çökerten Kuzey Afrika ve Sahra- altına uzanan militer-emperyalist etkinlikleri hiç gündeme gelmemişti.

Ağır militer endüstri yurdu, ucuz emek ve neo nazi cenneti Almanya ise Avrupa Yeni Faşizminin temsilcisi Macaristan Başbakanı Orban’ın “saf hristiyan kökenlere tehdit” uyarısına “hayırsever” PR’la karşılık vermiş, “insancıl sermaye maskesiyle” 180 bin mülteciyi kabul edeceklerini söylemişti.

Kapitalist tarihin ikiyüzlü failleri yine kapitalist jargonun “insanlık trajedisi” klişesinde buluşurken, sınırları duvarlı, dikenli telli, göçmensavar “Beyaz Avrupa” dışında giriştikleri “insani müdahale” ve “demokratik kolonizasyon” lansmanlı yayılmacı savaşları, cihatçı örgütlere akıtılan finans ve silah tedarik “hakikati” buharlaşmıştı.

Bu arada Batı alemine insan hakları aktivisti gibi “insanlık” çağrısı yapan Türkiye’deki “fiili durumun” ülkesinde her gün başlarına bir kurşun saplanmış çocuklar keskin nişancılarca yere yıkılıyor ve ailelerine kimse taziyede bile bulunmuyordu.

Irkçı-şuursuz öfke guruhları Kürt işçi mahallesi basıp, Kürtçe konuşan vatandaşı bulduğu yerde linç ederken, Cizre’de öldürülen 10 yaşındaki Cemile dışarı çıkartılmayan ailesi tarafından evlerinde derin dondurucuda saklanıyordu.

Tek kişilik rejim hedefini ancak savaş ikliminde hayata geçireceğine inanan “fiili durum” güpegündüz çatışma ortasında kalan, yaralanan, öldürülen sivil kadın, çocuk, vatandaşlarının hukuki varlıklarını yok saymakla kalmıyor, bu savaşa razı gelmeyen acılı şehit ailelerini “karakteri bozukluğuyla” damgalıyordu.

Yani küçük Aylan nerede mi yatıyordu?

21. yüzyılda “hümanizma” iddiasından sıyrılmış, eski sömürge ve yeni kaynak savaşı coğrafyalarından ölmemek için kaçan yurtsuz mülksüzler sınırlarına gelince küreselleşmenin “atık insanı” ilan eden Batı emperyalizmi ile kapitalist sistemin alt yüklenici rolünü unutan İslamcı Otoriter rejimin şarki hegemonya hayalinin Suriye’de açtığı uçurumun kenarında cansız küçük Aylan yatıyordu.

Ama nereye gittiği uzun süredir meçhul o “insanlık”; ne Akdeniz ve Ege denizinde batan çürük çarık botlara, tıka basa mülteci dolu kapısı kaynaklı kamyon kasalarına, ne Suriye savaşına yıllardır cihatçı, lojistik ve mühimmat sağlayan Türkiye’nin park ve kaldırımlarında “istenmeyen yabancı, dilenci” muamelesi gören misafirlerine” ne de 1 Kasım “tekrar” seçimlerine iç savaş provasıyla sürüklenen ve hergün öldürülen ülke vatandaşlarına uğramıştı.