Türkiye’de LGBTİ+ bireylerine yönelik homofobik ve transfobik cinayetler ve nefret saldırıları durmuyor. Katiller ve saldırganlar nefret ve ayrımcılık suretinde, onların yaşam alanlarında tüm şiddetiyle kol geziyor. Bu kez hedeflerinde yine bir trans kadın vardı: Adı Esra’ydı. Bağnazlık, acımasızlık, koşullanmışlık insanların cinsel özgürlüğünü budamak için elindeki bıçağı cehaletin tırpana çevirmiş ve Kurban Bayramı’nIN 5’inci günü Esra’yı boğazından keserek öldürmüştü. Homofobik ve transfobik cinayetlerin katilleri rahat. Kanunlar heteronormatif düzenin lehine işleyince, hukuk ‘ötekilerinde ötekisi’ olanların koruyuculuğundan firar ediyor. Esra’nın cinsel yönelimi ve yaşam tercihi onun hayatına son verilmesini mi gerektirmeli? Öteki ve farklı olmak, onun hakkında verilen bir ölüm fetvasına mı dönüşmeli? Hangi zihniyet yapısı, insanlar bu kadar homofobik yapabilir? İnsan nasıl bu kadar alçalabilir, alçaklaşabilir? Homofobik cinayetlerin hedefinde, Esra olayında olduğu gibi, onun en doğal hakkı olan cinsel özgürlüğünü yaşamak vardı. Özgürlüklere karşı çıkmak, yaşamın kendisine karşı çıkmaktır.

Sadece kendilerini özne ya da asli görenlerin değil, ötekilerin de ötekisi olmak kolay değildir. Esra bir LGBTİ+ bireyi olarak, ötekilerin de ötekisiydi. Ama o haklarıyla var olmak ve cinsel yönelimini, cinsiyet kimliğini, translığını ve özgürlüğünü yaşamak isteyen bir insandı. Fakat insanlıktan nasiplenmemiş gözlerin hor görüleni olmaktan hiç kurtulmadı. Din, devlet ve erkekler onu “normal” kabul edemedi! Ayrımcılığın, ötekileştirmenin, dışlanmanın ve şiddetin adresine koydular.

LGBTİ+ bireyler için görünür olmak kolay değil. “Buradayım, görünürdeyim” deme hakkı, Esra’nın “kaderini” belirledi. Evinin önünde önce gasp edildi, aşağılandı ve boynu kesilerek katledildi. Medya “bir transseksüel öldürüldü” diye haber veriyordu. Oysa bu bir cinayet ve bu cinayetin hedefinde ise bir insan vardı. Esra öldürüldü. Katilleri, cinsiyet kimliğini gerekçe göstererek, LGBTİ+ bireylerini öldürmelere masumiyet ve iyi halden indirim arayan zalimlik, mazlumiyet duygusundan yoksun, öğretilmiş gericiliğin neslini temsil ediyor. Tıpkı Begüm gibi... O da bir otel odasında insanlık dışı bir işkenceye maruz bırakıldıktan sonra öldürülmüştü, saçları ise kazınmıştı… Çürümüş bedeni sahipsizlikten günler sonra bulunmuştu… Tıpkı Muhammed Wisam’ı kafasını kesenler gibi… Eylül’ü intihara sürükleyen bu transfobik ve homofobik nefret saldırıları gibi Sahipsizlik zor bir durumdur. O hisle yaşamanın verdiği ıstırap yetmemiş gibi, her gün, her yerde korku, nefret, ayrımcılık, dışlama, reddetme, şiddet, zorbalık ve trans ve homofobi sarmalının içinde yaşıyorlar. Onu öldüren transfobi, zalimliğin bitmeyen tarihsel nefretiydi. Trans, gEy, lezbiyen, biseksüel, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği.. Yani önce insan…

Bu trajik ölümlere verilen, toplumsal tepkiler yok denecek kadar az. LGBTİ+ bireylerinin yanında yer almak ve onların haklarını savunmanın da bedeli var. Ama bizim gibi ülkelerde insan hakları, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi bedel ödenmeden verilmiyor. Sosyal baskı mekanizmaları, gerici eğitim, ortodoks dinlerin fetvaları ve heteroseksüel egemenliğin ürettiği yanlış algılar üzerinde, LGBTİ+ bireylerine karşı toplumsal nefret ve önyargılar üretiliyor. Tüm bu önyargıların, nefretin ve ayrımcılığın, insan haklarını ve toplumsal adaleti nasıl yok etme gücüne sahip olduğunu, Esra’nın katledilmesinde tanık olduk. Bireysel ve toplumsal ilişkilerimize, sosyal çevremize ve hayatımıza girenlerin, nihayetinde insan olduğunu bilecek kabiliyete sahibiz. Her birimiz, birbirimizi farklılıklarımızla sevebiliriz. İçimizdeki sosyal reddetmeyi ve dışlamayı öldürebiliriz. Herkes eşit haklara sahip, eşit yurttaş olarak kabul görmelidir. Ve devlet toplumsal çeşitliğinin kültürel yaşamını teşvik edecek çalışmaları ve eğitimi ele alarak işe başlamalıdır.

Yetmez! Devlet LGBTİ+ bireylerin haklarını ve canlarını koruyacak yeni yasal düzenlemeleri acil olarak gündeme almalıdır. Zira söz konusu olan insan hakkı, insan onuru ve yaşamıdır. Korunmaya ve görünür olmaya muhtaç olan heteroseksüeller değil, LGBTİ+ bireyleridir. Yani korkutan göz bakışlarımız, reddedilen nefret dilimiz, çığlıkları duymayan sağırlaşmış kulaklarımız ve hak olanı reddeden adaletsizliğimizin son bulması gerekir. Bu gerçekle yüzleşmek zorundayız. Her köşede güvenlik güçleri bulunduran devlet, bir dakika mesafede bulunan karakola rağmen Esra’yı koruyamıyor. LGBTİ+ bireyleri, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği sebebiyle ayrımcılığa uğrayan, işten atılan, şiddete maruz kalan, kariyerleri engellenen, temsiliyet hiyerarşisinde yok sayılanların en başında yer alıyorlar. Nefret saldırısı suçlarında hüküm alan olmayınca, heteronormatif yaklaşımlar kendisini “din ve ahlak polisi” görüyor. Hepimiz insanların yaşam tercihine, cinsel yönelimine ve özgürlük haklarına saygı duymak zorundayız. LGBTİ+ bireyleri ve LGBTİ+ fobi karşıtları “Trans kadınız, seks işçisiyiz; alışın, buradayız, gitmiyoruz!” diyorlar. Buna alışın, saygı duyun! O hayatlar ve bedenler size ait değil!