Syriza’nın seçim başarısının tüm Türkiye solu için yeni bir heyecan ve şevk kaynağı olması, taze bir iyimserlik rüzgârı estirmesi beklenirdi. Heyhat! Önce anlamsız bir, “Kim Türkiye’nin Syrizası?” tartışması fitillendi. Kestirmeden söyleyeyim; yıllardır Syriza (öncesinde Synaspismos) ile Avrupa Sol Partisi çatısı altında kader birliği yapmış bir ÖDP’li olarak, kim Syriza’nın farklı sol güçleri birleştirme hünerini gösterirse, kim geniş halk kitlelerini kendi programı etrafında seferber edebilirse, kim sokağın enerjisini sandığa taşıyabilirse o öne fırlar. Gerisi laf-ı güzaftır.

Ardından, kanıksandığı üzere AKP komiserleri denetiminde, anaakım tv kanallarına dağılan bilumum liberal, yandaş, sol kaçağı muhterem, mazallah insanlarda sola bir  sempati uyanmasın, bir umut filizlenmesin diye ter döktüler. Ekranları başına hevesle oturanlar kasvetle kalktılar. Emek ve sınıf mücadelesini öne çıkarmayanın; gericiliğe karşı direnmeyenin; kapitalizmle, emperyalizmle sorunu olmayanın, kusura bakmasın böyle bir tartışmada yeri bulunmaz. Tabii ki solun bu temel değerlerinin sınırını aşamayanların, ülkemize özgü kimlik ve tanınma taleplerine sahip çıkmayanların da siyasette karşılığı yoktur. Haliyle mücadele hattı kendi ülkesinin ve insanlarının özgün sorunlarına değmeyen hiçbir siyası parti/hareket de Syriza’nın sihirli değneği ile hayata dönemez.

Madem Syriza’dan, Yunanistan’dan dem vuruyoruz, komşumuzdaki siyasi gelişmeleri daha yakından izlemekte, yeterince anlamadan kelam etmemekte yarar var.

Öncelikle Syriza, şemsiye bir örgüt; birbirinden farklı partileri, hareketleri ve aydınları aynı çatı altında toplayan çoğulcu bir yapı. Kaba taslak, Alexis Çipras’ın etrafında kümelenen yüzde 70’lik bir anaakım ve yüzde 30’luk bir Sol Platform’dan oluşuyor. Bu nedenle, çatlak demeyelim de, değişik makamlardan sesler duymak mümkün.

Şimdilik borçların “mendebur” ilan edilerek reddi; tek tek kredilerin meşruiyetinin, “borç denetimine”  tabi tutulması gibi yöntemlerden uzak duruyorlar. Talepleri, borçların indirilmesi, ötelenmesine ilişkin. Bu süreç haliyle pazarlıkları, belki de geri adımları içerebilir. Asıl önemli nokta, “Selanik Programı’nda” sıralanan, halka yönelik toplumsal vaatlerin yerine getirilmesidir. Açlığın ve yoksulluğun en vahim manzaralarını ortadan kaldırmaya; alt ve orta sınıfların vergi yükünü indirmeye; politik sistemi demokrasiyi derinleştirerek dönüştürmeye yönelik program sekteye uğrarsa, ahali mazeret dinlemez, gecikmeden  Syriza’dan hesap sorar.

Bilindiği gibi Yunanistan 2010-12 arası toplumsal hareketliliğin tavan yaptığı, Troyka’nın kemer sıkma önlemlerine karşı tüm Avrupa’daki direniş mücadelelerinin en keskinleştiği coğrafyaydı. Syriza göreceli olarak sokak mücadelesinin ivme kaybettiği  bir dönemde hükümet edecek. Eğer Brüksel Yunanistan’daki dalgayı boğmaya teşebbüs ederse, bir anlamda “geçiş programının”, daha radikal bir dönüşüme evrildiği bir süreç yaşanabilir. Sistemin çatlaklarından yararlanarak toplumsal bir rahatlamanın sağlanamaması; kapitalizmin sözleşme hukununu reddeden, mülkiyet ilişkilerini  zorlayan devrimci bir altüst oluşu getirebilir.
Syriza’nın uluslararası kalibrede bir ekonomi takımı var. Yeni maliye bakanı Yanis Varoufakis’in, başbakan yardımcısı Ginanis Dragasakis’in müzakereci stratejileri karaya oturursa, Costas Lapavistas’ın, Stathis Kouvelakis’in avrodan çıkmayı da göze alan daha radikal  yaklaşımları öne çıkabilir.

Syriza, “emeğin Avrupası”nı savunan, tüm Avrupalı emekçilerin ortak mücadelesini eksenine oturtan bir yapı. Avrodan çıkışın ulusalcı çözümlere yönelteceğini düşünüyor, arkasından gelecek rekabetçi devalüasyonların 30’lar benzeri bir siyasi iklim yaratmasından endişe duyuyor. Yunanistan’da, Altın Şafak gibi hiç tereddüde yer vermeden “faşist gibi faşist” bir partinin seçimlerden 3. çıkması da bu kaygıları doğruluyor.Yoksa burjuva yayın organlarında yakıştırıldığı gibi Avrasyacı bir çizgisi yok.

Syriza’nın başarısının tüm Avrupa’da domino etkisi yaratması beklemek aşırı iyimserlik sayılmaz. Kasımda İspanya’da, eylülde Portekiz’deki seçimler radikal solun tüm Avrupa’da yükselişini müjdeleyebilir. Bu ilgiyle,  Podemos lideri Pablo İglesias, Syriza’nın seçim başarısının ardından Valensiya’da 7 bin kişilik coşkulu bir kitleye hitap etti. Avrupa’daki sağ partilerin karabasanı da,  Syriza hükümetinin muhtemel bir başarısının emsal oluşturması, diğer ülkelerdeki radikal sol partilerin cazibesini ve meşruiyetini artırması. Bu panikle, İspanyol Başbakanı Mariana Rajoy en amansız Syriza karşıtı olarak öne atılıyor.

Avrupa’da çelişkilerin sağ/sol  emek/sermaye ekseninde keskinleştiği bir dönemde Türkiye radikal solu da öznesini arıyor. Umutluyum, süre kısa da olsa, bulacak, bulmak zorunda…