“12 Eylül ile yüzleşeceğiz, vesayetçi anlayışla hesaplaşacağız” diyerek 2010 referandumunda ‘evet’ oyu isteyen AKP iktidarının halka vaadi ‘büyük, güçlü ve itibarlı bir Türkiye’ idi. Başbakan Erdoğan 12 Eylül üzerindeki dokunulmazlık zırhını kaldırmak ve sebep olanları yargı önüne çıkartmak için ‘evet’ diyordu. “Bu ülkede bir daha darbenin yaşanmaması için” güçlü bir ‘evet’ şarttı! ‘Hayır’ bloku ise yeni Anayasa ile yargının iktidarın vesayeti altına gireceğini söyleyip karşı çıktı. Kılıçdaroğlu, yeni Anayasa’nın 12 Eylül darbecilerinin gerçek anlamda yargılanmalarının önünü açmayacağını söylüyordu. 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in ağabeyi Erkan Eren, referandumun asıl amacının darbecilerden hesap sormak olduğuna inanmadığını söyleyip ‘hayır’ oyu vereceğini açıkladı. Başbakan Erdoğan’a göre 2010 referandumunda ‘hayır’ diyecekler darbeci ve 12 Eylül zihniyetinin savunucularıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 2017 referandumu öncesi durumu güncelleyerek bu kez ‘hayır’ diyenleri ‘teröristlerle, 15 Temmuz darbecileriyle birlikte hareket etmekle’ suçladı. 1982 Anayasası’nın oylandığı referandumda da Kenan Evren ‘Hayır’cıları ‘dış güçlerle işbirliği yapan vatan hainleri’ diyerek eleştirmişti.

Yetkileri tek bir kişide toplayarak kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran öneriyi reddediyorum. Farklılıklarıyla ülkemi zenginleştiren herkesin huzur ve mutluluğu için; özgürlükçü, eşitlikçi, birleştirici bir toplum sözleşmesi sunulana kadar da ‘hayır’ diyorum

***

Seçim barajı, seçim kanunu, siyasi partiler yasası ve YÖK gibi 82 Anayasası’nın ruhu sayılan kurum ve uygulamalarda milim değişiklik yapılmadan 12 Eylül’le yüzleşme vadeden referandumda ‘evet’ oyu verilmesini isteyen ‘evet’ cephesi böylece Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olacağını iddia ediyordu. Kenan Evren, değişiklik paketiyle ilgili yargılanmayacakmışcasına, gayet rahat “Anayasalar da yenilenir” şeklinde açıklama yaptı. Fethullah Gülen, “mezardakilere bile ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” diyerek okyanus ötesinden hükümete desteğini iletti. Bir grup aydın, yazar, hukukçu, sanatçı ‘yetmez ama evet’ şemsiyesinde buluşarak, Türkiye’de demokratik hak ve özgürlükler açısından ileri bir adım olarak gördüğü 2010 referandumunda iktidara destek oldu. Sonuç Yüzde 58’le ‘Evet’idi . Erdoğan, okyanus ötesine teşekkürlerini iletti ve süreç başladı. HSYK’nın yapısı değiştirildi. FETÖ’nün hakim ve savcıları kuruma yerleşti, çıkarlarına karşı hareket edenleri cezalandırdı. 2010 referandumunda ‘hayır’ oyu verecek olanları ‘darbeci’ ilan eden Erdoğan 5 yıl sonra yaptığı açıklamada şöyle diyecekti; “Onların (FETÖ) dikkat ederseniz çok çırpındığı bir referandum oldu. Meğerse iyi niyetli değillermiş. Bunların tek hedefi vardı, yargıyı ele geçirmek.” Türkiye, ‘Evet’le işte böyle ‘demokratikleşti’! Bir de 12 Eylül’le hesaplaşma vardı tabi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı geçtiğimiz yıl, askeri darbesinin sorumluları hakkında açılan soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Gerekçe, zaman aşımı!

***

O günlerde Fethullahçıların paralel bir hiyerarşi içinde; mülki idare, emniyet, yargı ve ordu gibi devlet kurumlarında örgütlendiğini, AKP’nin de buna zemin hazırladığını söyleyen gazeteci Kadri Gürsel bugün FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle diğer pek çok gazeteciyle birlikte aylardır cezaevinde. Üstelik, Gürsel’e karşı çıkarak Gülen’in bir ‘sevgi’ hareketi olduğunu iddia eden Hüseyin Gülerce’nin de tanık sıfatıyla verdiği ifade dayanak yapılarak! 2010 referandumuna günler kala Milliyet’teki köşesinde ‘yetmez ama evet’ demenin ikiyüzlü bir tavır olduğunu yazan Gürsel, Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun şu sözlerini not etmişti: “Anayasacılığın gelişmesi siyasi iktidarın sınırlanması oranında olur.” Kaboğlu, Şubat 2017’de OHAL KHK’si ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edildi. 2010 referandumu öncesi bağımlı yargıya dikkat çeken Gürsel, hapsedilmeden önce 16 Nisan referandumuyla ilgili olarak tek adam rejimi anayasasının da tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi meşruiyeti sakat bir belge olacağını söylemiş ve demokrasi ve onun güvencesi olan kurumların iyileştirilmesi gerektiğini yazmıştı. FETÖ’cü olmakla yargılanan bir diğer gazeteci de Ahmet Şık. Şık, 2011 yılında Ergenekon davaları kapsamında, Gülen’in emniyet içindeki yapılanmasını deşifre eden ‘İmamın Ordusu’ başlıklı henüz yayınlanmamış kitabı gerekçe gösterilerek tutuklanmış ve bir yıl cezaevinde kalmıştı. Önceki gün beraat etti. 2010 referandumuyla yargının teslim edildiği ve iktidar tarafından ‘süper’ yetkilerle donatılan OdaTV davasının FETÖ’cü savcıları Zekeriya Öz, Cihan Kansız ve hakim Resul Çakır kaçak, polisler tutuklu. Ancak Ahmet Şık, yine cezaevinde. Bu kez FETÖ’cü olmakla suçlanıyor. Çünkü Ahmet, ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısını unutmuyor, unutturmuyor.

***

Bu kadar çok aldatılan, kandırılan, darbeye karşı çıkıyoruz diyerek yargıyı, orduyu, emniyeti darbecilerin eline teslim eden; vaktinde uyarılarını dikkate almadığı insanlar karşısında mahcup olacağına daha da şahinleşen, hapishaneleri muhaliflerle dolduran iktidar Başkanlık sistemini getiren Anayasa teklifini, bu kez yanına Bahçeli’yi alarak oyumuza sunuyor. Yetkileri tek bir kişide toplayarak kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran öneriyi reddediyorum. Farklılıklarıyla ülkemi zenginleştiren herkesin huzur ve mutluluğu için; özgürlükçü, eşitlikçi, birleştirici bir toplum sözleşmesi sunulana kadar da ‘hayır’ diyorum.