Başlıktaki üç sözcükten sonuncusunu şimdi çok duyuyorsunuz, ardına eklenen “daraldı” ile birlikte. Hekiminden idarecisine, gazetecisinden sıradan vatandaşa kadar herkes “çember daraldı” diyor.

Artık hepimiz çok yakın çevremizde hastalar görüyor, hastanın yaşadıklarına dair dehşet verici durumlara tanıklık ediyoruz. Yayımlanan verilere iktidara iman etmiş olanlar bile inanmıyor!

Öte yandan, toplumsal duyarlılık ilk günlerle kıyaslanamayacak kadar geriledi. Yerel inisiyatifler oluşturup, korona dayanışma ağları kurarak, bir tür politik bir inisiyatif de alarak toplumun en korumasız, en eğitimsiz, en yoksul kesimleri etrafında “koruyucu bir çember” oluşturma çabaları da tavsadı.

Oysa, daralan koronavirüs çemberine karşı en yakın çevrelerimizden başlayarak koruyucu dayanışma çemberleri oluşturmak şimdi çok daha acil bir gereksinim!

Türk Tabipleri Birliği (TTB) haklı: “Hiçbir salgın halkın bireysel çabasıyla önlenemez!”

Ancak, ülkeyi yönetenlerin “salgın tedbirleri, salgın bütçesi, salgın koordinasyonu, salgın planlaması” gibi konularda yetersiz olduğu da ortada. “Hastaneler dolu, yalnızca çok ağır durumda olanlar yatırılarak tedavi edilmeye çalışılıyor ve çoğu hastaya ‘Evine git’ deniyor.” Onlardan bazıları da eve gitmek yerine düğüne gitmeyi seçiyor, etrafa virüs saçıyor!

Geçen gün CHP Gn. Bşk. Yrd. Veli Ağbaba açıklamıştı; “Evine git” denilen hasta eve gittikten 1 saat sonra ölüyor, uzun süre cenazeyi almaya kimse gelmiyor, evdeki herkes enfekte oluyor!

Yönetenlerin alacakları önlemleri, bilim insanlarının bulacakları aşıyı öylece beklemek, sadece beklemek olmaz. Olamaz!

Beklersek, yoğurt mayasının akıbetiyle karşılaşacağız demektir!

İlk milli uçan arabamızı da yaptığımızın müjdelendiği şu günlerde CHP Niğde Mv. Ö. Fethi Gürer hatırlattı; 2012 yılında, artık maya ithalatına 20 milyon dolar harcamayacağız denilerek, “Yerli Yoğurt Mayası Projesi”nin ilan edilmesinden bu yana 8 yıl geçti ama maya falan yok!

Yoğurt mayası için de evde kendi başınızın çaresine bakacaksınız!

Ancak, yoksul, eğitimsiz, sosyal çevresi dar ve çaresiz insanları virüs karşısında başının çaresine baksın diye kendi başına bırakmak ne “iyi insan” olmaya ne de her şeyden çok “iyi insan olmak demek olan sosyalistliğe” yakışır.

Koronavirüs karşısında ne yapılabilecekse dayanışma içinde yapmak için, maskeli mesafeli olsak da, ağlar kurmak zorundayız. Yapabileceklerimiz mutlaka var!

Dünyanın en saygın tıp dergilerinden The New England Journal of Medicine’da 15 Eylül’de çıkan bir makale, aşı beklenirken Covid-19’a karşı alınabilecek en büyük önlemin yüz maskesi olduğunu söylüyordu.

Aşı dediğimiz, düşük miktarda ve zayıf mikroorganizma ile vücudu tanıştırıp ona karşı direncini geliştirmektir ya, maske de bir tür bu işlevi görüyor ve belli ortamlardan vücudumuza giren virüsün sayısını azaltıyor. Tıpkı, bin 700’lerde Osmanlı’da aşıcı kadınların çiçek hastalarının döküntülerinden ceviz kabuklarına topladıkları irini, sağlıklı insanların derisini çizerek onlara aşılamalarıyla oluşturdukları bağışıklıkla ölüm oranlarını yüzde 17’den yüzde 1’e düşürmelerine benzer bir “variyolasyon” etkisi bekleniyor maskeden.

Yazarlar; “Aşı denemelerinin sonuçlarını beklerken, asemptomatik SARS-CoV-2 enfeksiyonlarının oranını artırabilecek herhangi bir halk sağlığı önlemi (maske), hem enfeksiyonu daha az ölümcül hale getirebilir hem de ciddi hastalıklar ve ölümler olmaksızın nüfusun genelinde bağışıklığı artırabilir”, diyorlar.

“Çaresizseniz, çare sizsiniz!” denir ya, bizim de biz olup, etrafımızdakilerin “çaresiz” hissetmelerine izin vermeyecek ağlar örmemiz gerek.