“Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (katil kardeş) ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim’ dedi ve ettiğine yananlardan oldu.” Maide Suresi 31. ayet…

Min en nâdimîne… Ettiğine yananlardan oldu…

Kardeşin kardeşi vurması ve ettiğine yananlardan olması… Ucu ilk insana kadar gittiyse, kardeşi kardeşe kırdıranın soyu nereye kadar gider? Ettiğine hiç de yanmayanların hatta hiç umursamayanların soyu! Ki onlar nereye kadar gider? Bir karganın gör dediğini göremeyen zalimlerin başı, sonu, bilcümle kendini aklama çabaları nereye kadar gider? Hepsi tamam diyelim, hikâyeleri yazanların ve bizi hikâyelerin içerisinde figüran yapanların sonu nereye gider?

***

“Ellerine bulaşmış kara incirin sütü ve kardeşinin kanı Habil ile Kabilin. Yaşıyorsun sarışın onurlu ve aşık karasevdalar içinde aydınlık” diyor şair... Yaşıyoruz evet… Bir tarafta utanmadan bize Habil ve Kabil diyen birilerinin yarattığı düzende yaşıyoruz… Öte tarafta hiçbir şey olmamış gibi gülüyoruz, bağırıyoruz, aşık oluyoruz ya da ufacık şeylere darılıyoruz. Bir yanda her gün Adem gibi toprağın tüm renklerinden ana kuzuları kefenlerde anadan üryan… Bir yanda gecekondu, bir yanda saray, şehrin ışıkları, çınlayan kahkaha, kimsenin yazmadığı tuluat, akıp giden bir hayat… Ve biz “yaşıyoruz işte”…

***

“Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.” İnsan Suresi, 2. ayet….

***

İyi deneme… İyi denendik harbiden de… İyi de ne işiten var ne de gören… Üstelik biziz hep denenen… Daha kötüsünü gösterenlerle az iyiye şükredenler arasındaki çıldırtan denge… Bundan daha beteri var mı ey gösterenler? Bir damla suyun karmaşası değildir yaşadığımız! Susup oturanların süzme rezil temaşasıdır yaşadığımız…

***

Ağaca, kuşa, sincapa, tavşana borcumuz var. Çocuklarımıza borcumuz var. Seçimle mi gider, geçimle mi gider, öyle mi gider böyle mi gider. Bir grup zombinin nasıl gideceğinden daha evla olan bir şey var, borcumuzu nasıl ödeyeceğiz. Direnelim! “Yok başka bir cehennem yaşıyorsun işte…”
“Cehennemin yedi kapısı vardır ki, her birinin içinde ateşten yetmiş bin dağ vardır. Her dağda ateşten yetmiş bin vadi vardır.”

***

Belki de o vadi içinde saraylar vardır… Kim bilir kaç tane de odaları vardır? O odalarda ne kumpaslar vardır. Birbirlerinin gözünü oyanlar vardır, Allah’a şirk koşma vardır. Bir de ötede susup oturanlar, izleyenler, bizden görünüp için için gülenler vardır. Topyekûn reddedemeyen, rahatını bozmaktan imtina eden, iblislerle uzlaşan ve en sonunda çözülenler vardır. Saraylardan oda kapan dönekler, sofralarında oturan düşkünler vardır. Ülkesi için kaygılananları küçümseyen, kendinden başka kimseyi hiçbir zaman sevemeyecek vicdan satıcıları vardır. Televizyonlarda, dandirik sitelerde uzlaşma akılları veren, reel siyaset ganimetçileri vardır. Hiç kimse olanlar ama herkes adına konuşanlar vardır. Aslında içlerinde “zehir ve zakkum emsali bin türlü azap” vardır.

***

“O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz” Mü’minun Suresi, 78. ayet…

Gözümüzle görüyoruz, kulağımızla duyuyoruz. Zalimin zulmünü, sahnelenen oyunu biliyoruz. Susuyor ve oturuyoruz. Belki de daha kötüsüne şükrediyoruz. Çıldırtan denge… Bize yazılanı ezberliyor, dışına çıkmıyoruz. Azabın büyüğü işte… Allah bize kulak vermişti hani? Sağır mıyız biz? Yanan kedinin, köpeğin feryatları arasında sesini duyurmaya çalışan anaların sesi? Buna da mı şükür yoksa.

Cehennemde kara yüzlü, gök gözlü zebani melekleri vardır ki, cümlesi sağırdır ve onlarda merhamet duygusu yaratılmamıştır…

(Yok Başka Bir Cehennem şiirinin yazarı Behçet Aysan’a, ülkeyi cennet yapmak için ateşlere atılan yurttaşlarımıza, saygıyla)