Şiddet üzerine önemli değerlendirmelerden birini Einstein ile savaş ve şiddet konusundaki fikir alışverişi çerçevesinde Freud yapmıştır. Aklında savaşın yıkıcılığı Einstein, otoritesine güvendiği Freud’a “insanı nefret ve yıkıcılık psikozuna karşı korumaya alacak bir zihinsel evrim mümkün müdür” diye sorar.

“Niçin Savaş” başlıklı yazısında Freud, bu soruya yönelik yanıtını bireyin psikolojisi düzleminde vermeyi reddeder; doğru düzlem için bireyi sarmalayan toplumsal düzene ve kendisi bir kurucu şiddetin sonucu ortaya çıkmış adalet ve hukuk sistemine işaret eder. Nefret ve yıkıcılık gibi ölümü taşıyan dürtüler de, dayanışma ve koruma gibi yaşama işaret eden dürtüler de insanın psişik dünyasında taşıdığı özellikleridir. Ancak bu iki dürtü arasındaki mücadelenin verildiği asli yer toplumsal düzenin kurulduğu alandır. Einstein’in umduğu zihinsel evrimin gerçekleştiği yer de bu alandır.

Freud, şiddetin gerçek kontrol altına alınma alanının uzmanı olduğu bireyin psişik dünyası değil, toplumsal alan olduğunun derinden farkındadır. Dahası bu kontrol altına alma sürecinin kendisi kurucu bir şiddeti içerir. Tam da bu noktada Freud, şiddeti kontrol altına alan kurucu şiddetin tesis ettiği dengenin kırılganlığına işaret eder. Gücü elinde tutan azınlığın, toplumun farklı kesimlerinin adalet beklentisini aşındıracak biçimde elinde tutuğu gücü kendi lehine kullanması ve aynı nedenle de şiddetin geri dönüşü olasılıklarına da dikkat çekmekten geri durmaz. Bu nedenle gerçek çözüm, toplumsal düzeyde onu oluşturan “topluluk üyelerinin kültürel dönüşümünde” saklıdır. Bireylerin psişik dünyasının teker teker bir dönüşümünü arayan Einstein’in beklentisinin tersine, toplumsalın ahlaki ve estetik standartlarını şiddeti dışlayacak biçimde dönüştürmek Freud’a göre tek çıkış yoludur. Bu tür bir projenin şiddet karşısında başarısı, toplumu oluşturan bileşenlerin şiddetten arındırılması yanında kamu otoritesi adına elinde tutanların şiddeti gelişigüzel kullanmasını önleyen mekanizmaların kurulmasıyla sağlanır.

Freud’un bu tahlillerinin üzerinden yaklaşık bir asır geçtikten sonra geldiğimiz noktada işlerin bu topraklar ve ötesinde pek iyi gitmediğini hepimiz farkındayız. Uygarlık alanında kazanımdan çok kayıpların yaşandığı uzunca ve sonu da görünmeyen bir tünelden geçiyoruz. Artan adaletsizlik ve eşitsizliklere koşut olarak şiddetin toplumsal ve siyasal alana yoğun bir biçimde geri dönüşünü yaşıyoruz. Meşru şiddet dediğimiz gücün meşruluğu kaybolurken şiddet kısmı, her gün biraz daha görünür ve yıkıcı hale geliyor.

Dahası söz konusu şiddet, toplumun farklı kesimlerinin Freud’un işaret ettiği uygarlık refleksini gösterdiği noktalarda her yerden daha fazla yoğunlaşıyor. Son dönemde en önemli çıkışlardan birinin yapıldığı feminist mücadeleye yanıt, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali olarak veriliyor. Gezi Parkı’nı korumayı başaran başkaldırının karşısına Kanal-İstanbul konuluyor. Soma ya da başka bir sömürü mekanında örgütlenen direnişlerin hiçbiri boş geçilmiyor; emekçiler şiddetten payını alıyor. Kürt sorununun siyasi muhatabı HDP’nin liderinin cezaevinde olması içinde olunan durumu yeterince anlatıyor. Ya da yeterince anlatmıyor ki, şiddet organize bir biçimde HDP’nin İzmir İl Başkanlığı’nda genç bir kadının, Deniz Poyraz’ın yaşamını elinden alarak karşımıza çıkıyor.

Uygarlık kaybının İzmir’de sahnelenen son perdesine bakarken şiddetle olan ilişkimizde (bir süredir) yeni bir aşamada olduğumuzu düşündüm. Karşı karşıya olduğumuz ne kendi düzenini tesis etmek isteyenlerin kurucu şiddeti ne de hegemonya inşasında rızaya eşlik eden türden bir şiddet! Tam tersine gerisindeki güçler, bu türden müdahalelerle toplumsal yaşamı sonsuz bir şiddet sarmalına itmek ve düşünemez hale getirmek istiyor. Çünkü bu şiddetin gerisindeki şuursuzluk, sezgisel bir biçimde eğer bir geleceğe sahipse onun ancak ve ancak şiddet ortamında mümkün olduğunu; uygar bir ortamda hayatta kalamayacağını görüyor. O nedenle toplumsal bilince ve daha da önemlisi bilinçaltına bilinçsizce saldırıyor. Bir biçimde toplumu düşünmeyen bir organizmaya dönüştürerek yönetmek istiyor.

Dünyanın gelişmiş coğrafyaları akıl dışı düzenler geleceğini suni zeka gibi mekanizmalara bağlarken, yaşadığımız topraklarda akıl dışılık, silah ve şiddete sarılıyor.