Öymen “Mülkiyeliler Birliği Lokali’nde 3 Mayıs’ta bir araya geldik. 555K parolasını bulduk. İki gün sonra da eylemi yaptık” diyor.

Yok edilmeye çalışılan demokrasi dönemi
Fotoğraf: BirGün

Sercan MERİÇ

Basının “Altan Abi”si, ilk Fikir Kulüpleri’nin mimarı, Türkiye’nin ilk sivil itaatsizlik eylemi 555K’nin öncüsü, demokrasi ve barış mücadelesinin simge ismi Altan Öymen, Doğan Kitap tarafından yayımlanan Kuşaklar Arası isimli söyleşi kitabında geçmişten bugüne uzanan bir anlatıyla yakın tarihi ele alıyor. Biz de o tarihi konuşmak için Öymen ile BirGün TV stüdyosunda bir araya geldik. Ortaya uzun bir söyleşi çıktı. Söyleşinin tamamı da BirGün TV’de yayımlandı…

1960’lı yıllarda Bülent Ecevit, Oktay Ekşi gibi isimlerle seçilme yaşının 30’dan 25’e indirilmesi için mücadele verdiniz… Kitapta gençlerin politikayla ilgilenmesinin altını birçok defa çiziyorsunuz.
O zaman Temsilciler Meclisi seçimi yapıldı. Memleketin her tarafından seçim yoluyla insanlar geldi. Ben Ankara’da Gazeteciler Cemiyeti başkanıydım. Ben, Oktay Ekşi ve İlhami Soysal Ankara gazetecileri olarak Meclis’e seçildik. Biz girerken Temsilciler Meclisi seçimi için çıkarılan kanunda 25 yaş esas alınmıştı. Daha önce milletvekili seçilme yaşı 30’du. Yani 25-30 yaş arasında kimseler vardı. Biz 18’e inmesini istiyorduk. 18 yaş rüşt yaşıdır. İnsan bütün sorumluluklarını üstlenir. Kaldı ki gençlerin de fikrine ihtiyaç var. Onu da kabul etmek istemiyorlar. O zaman 25 yaşta ısrar ettik. Temsilciler Meclisi, iki meclisten oluşuyor. Bir de askerlerin Milli Birlik Komitesi var. Biz görüşüyoruz, onlar itiraz edebiliyor. Daha sonra 30 yaşı savunanlar kazandı. Biz mesela yerel seçimde aday olamadık. Gençler olmadan nüfusun büyük bir bölümü temsil edilemiyor demektir. Kadınlar olmayınca da öyle… 1934’te kadınlar Meclis’e girdi ilk. Gençleşme meselesini de Cumhuriyet devrimlerinden biri olarak düşünürüm. O devrimi yaşamak bugünkü nesle nasip oldu.

Siyasette gençlik hareketi denilince sizin özel bir yeriniz var. 1952’de Fikir Kulübü’nün mimarısınız. Ayrıca Türkiye’nin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak değerlendirilen Menderes hükümetine karşı 555K eylemi için de Cemal Süreya şöyle diyor: “Bizi yöneten Altan Öymen’di.” Nasıl özetlersiniz o süreçleri?
O dönemde dünyada otoriter rejimler vardı. İkinci Dünya Savaşı bittikten ve dünya büyük tecrübe kazandıktan sonra demokrasi merakı başlamıştı. O dönemde gençliğin politikaya ilgisi birdenbire çok arttı. Ortaokul, lisedeyken ne oluyor, ne bitiyor öğrenmeye çalışırdık. Avrupa’da savaş bittikten sonra Türkiye’de de demokrasiye adımlar başladı. Başlangıçta çekingenlik ve acemilik vardı. O zamanın tek parti hükümeti de gençlerin politikayla ilgilenmesini destekledi. Mesela okullarda münazaralar başlamıştı. Birine taraftar olup konuşuyordunuz. Sonra değiştiriyorlardı ekipleri. Buna benzer metotlar uygulanıyordu. Talebe seçimleri yapılıyordu. Okul aile birlikleri de seçiliyordu. Gençler olarak demokratikleşiyoruz havası içindeydik. Ancak partilerin gençlik teşkilatları kurulmamıştı. Kurulmadan önce “Gençlik Ocakları” adı altında kuruluşlar vardı. Köylerde, mahallelerde kuruluyordu. Bizim Mülkiyeliler oralarda toplandılar. Fikir Kulübü de onun sonucudur.

5 Mayıs saat 17.00’de Kızılay’da “555K” parolası ile Menderes hükümetinin baskılarına karşı gerçekleştirilen eylem nasıl doğdu?
18 Nisan 1960 önemli bir tarih… O gün Demokrat Parti, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak 15 üyeli bir Tahkikat Ercümeni kurdu. Üyelerin 15’i de Demokrat Parti’dendi. O zamanki Meclis iç tüzüğüne göre iki türlü tahkikat vardı. Bir bakanlar hakkında, bir de müesseseler hakkında. İkisinin de adı Tahkikat Encümeni’ydi. Sonradan Anayasa değişiklikleri sırasında birinin adı Soruşturma Komisyonu, diğerininki Araştırma Komisyonu oldu. Tahkikat Encümeni’ne gazete kapatma, siyasi faaliyeti önleme yetkisi gibi yetkiler verilmişti. Meclis’te buna çok itiraz oldu. İsmet İnönü’nün buna çok ikazları oldu. Arkadan buna karşı öğrencilerin de hareketleri başladı. İstanbul’da Beyazıt’ta, Ankara’da Kızılay Meydanı’nda hareketler başlamıştı. Gençler toplanıyordu, polis gelip hemen baskın yapıyordu. Eğer önceden haber alırsa da o bölgeyi çeviriyordu. Neredeyse her sefer böyle bir teşebbüs oluyor, sonra da polis müdahale ediyordu.

28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz’in de polisler tarafından öldürülmesine büyük tepki doğuyor.
Bir kişi daha tanktan düşüyor. Böyle hadiseler de oluyor. Biz de bu yaşananlardan sonra Kızılay’da eylem yapmak istedik. Şehrin en işlek yeriydi. Kızılay’da yapılan hareketler de o zamana kadar başarıya ulaşamamıştı. Başarılı olsun diye gizli yapalım dedik. Mülkiyeliler Birliği Lokali’nde 3 Mayıs’ta bir araya geldik. 555K parolasını bulduk. İki gün sonra da eylemi yaptık. O zaman bir marş vardı. “Olur mu böyle? Olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?” Melodisini de Gazi Osman Paşa Marşı’ndan aldık. Aramızda da müzisyen arkadaşımız Coşkun Irvalı vardı. Melodisini o bize söyletmişti. Yalnız nümayişe herkes hazırdı. 5 Mayıs günü birdenbire binlerce insan bir araya geldik. Kızılay’dan Sıhhiye’ye doğru indik. Bunu işiten hükümet mensupları, rahmetli Menderes, rahmetli Bayar ve bazı bakanlar Meclis’ten çıkıp resmi arabalarla geldiler. İnip gençlerin arasına da giriyorlar.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Menderes’e ısrar ediyor gençlerin arasına girmemesi için…
Tabii o daha tecrübeli. Ama öyle Menderes’i yakasından tutma gibi bir şey yok. Şöyle bir durum oluyor: Gazeteci Emin Karakuş yeni bir araba almıştı. Gösteri büyüyünce arabayı park ettiği yerden almaya gitmiş. O sırada Menderes de arabanın olduğu yerde. Polis Menderes’i kurtarmak için Karakuş’un arabasına koyuyor. Karakuş, Menderes’i alıyor oradan götürüyor. Tabii bu eylemin yankıları büyük oldu. Bizim dönemimizde orta yaşlıların, yaşlıların demokrasi tecrübesi yoktu. Fakat Menderes hükümeti geldikten sonra demokrasi dışı hareketler gençlerdeki demokrasi merakını çok artırdı. Başka ülkelerde görünen ölçüde hiç şiddet yoktu bizim gençlerimizde.

1960’lara ise gençlik hareketleri damga vuruyor…
İhtilali yapanların da gençliğe açılma merakı vardı. 1961’den sonra o merak Anayasa’ya da yansıdı. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, basın özgürlüğü kısıtlanmıştı daha önce. Onlar 1961 Anayasası ile tanındı.

Tabii gençlik liderlerinden Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya isimler de öldürüldü. Denizlerin idamıyla ilgili sizin de hapse girmenize yol açan bir olay var. Onu anlatabilir misiniz?
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı çok acı bir şeydi. Rahmetli Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ın idamlarına karşı “3’e 3” gibi bir durum oldu. Biz bunun önlenmesine gayret ediyorduk. Menderes’in idamları da tabii büyük bir yanlış oldu. Denizlerin idamlarını önlemek için bir imza kampanyası başlattık. O süreçte Denizlerin idamını engellemek için Sofya’ya bir uçak kaçırıldı. Onlar oradayken de “mutlaka Türkiye’de de müttefikleri vardır” denilerek bizim imza kampanyamıza destek verenlerin bir kısmı hapse atıldı. Bazı yakaladıkları kimselere şahit olarak bir şeyler söylettiler. Havaalanında Leyla adında bir yer hostesi varmış, ondan uçaklara kimlerin bindiğini öğrenmişler, uçakta bir de İsmet Paşa’nın büyük oğlu Ömer İnönü galiba vardı. Bir tane Diyarbakırlı Mahmut varmış, onunla hesaplar yapmışız. Daha sonra tutuklayıp bizi hücreye koydular. Daha sonra ortaya çıkıyor ki, o sırada Leyla adında bir hostes yok. Sorguya gidip geliyoruz. Artık serbest bırakacaklar ama birdenbire “Çıkamazsınız, çünkü biz sizi yakaladığımızı radyolarda ilan ettik” dediler. Mahkeme hükmü varmış gibi suçlamışlar ve bu süreç de gazetelere yansımış. Şimdi bunları anlatmak tuhaf oluyor. Çünkü artık insanları alıyorlar 4-5 sene tutuyorlar. Salıverilmesine karar verilince de başka bir suçlama çıkartıyorlar, bırakmıyorlar. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş da böyle… Bir İçişleri Bakanı var. Her gün birilerini suçlu ilan ediyor. Senin bir kere sadece mahkemeye verme hakkın var. Kimseyi suçlu ilan etme hakkın yok. Türkiye’yi bu hale getirdiler. Türkiye demokratik bir devlettir demek çok güçleşti.

Sizin anı kitaplarınızın isimleri Değişim Yılları, Öfkeli Yıllar, Umutlar ve İdamlar şeklinde… Son 20 yılla ilgili tanımınız ne olur?
İlk defa karşılaştım bu soruyla. Bir kere demokrasinin yok edildiği bir dönem. Tabii kitap başlığı olarak kısa bir şey bulunması lazım. Şu anda demokrasinin ortadan kaldırılması yolunda bir dönem.