“Türkiye’de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan bir hükümet var.”

Bu söz ne zaman söylenmişti? 20 Ekim 2012 tarihinde. Bu söz nerede söylenmişti? Elazığ’da Havalimanı yeni terminal binası açılış töreninde. Bu sözü kim söylemişti? Eski Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.

O sıralar her zamanki dil sürçmelerinden birisi olarak görülmüş ve üzerinde pek durulmamış olsa da, bu köşede altı çizilmiş ve tarihe bir not olarak düşülmüştü. Çünkü ilk ve son kez doğru bir laf etmişti!

Faşizmin öz tarifinin yapıldığı o cümledeki Yeni Türkiye işte öyle bir şeydi:

“Türkiye’de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan bir hükümet var.”

Hani bir general de vardı, adı Kenan Evren, kendisini ressam sanırdı, bir gün Picasso tablosuna bakmış, “Ne var ki bunda ben de yaparım” demişti. Ve de yapmıştı! 12 Eylül 1980 tarihinde imzasını attığı “Yeni Türkiye” toplumu da tıpkı Picasso tablosu gibiydi: “eciş bücüş”.  Elbette tuvale boyanmış Picasso tablosundaki “eciş bücüş” çizgiler insanlığa armağan yüce bir sanattı, ama Kenan Evren’in toplumu kanatarak kazıdığı eciş bücüş çizgilerdi faşizm…

Sonra 12 Eylül 2010 Eylül referandumunda Türkiye’nin imamı ve hatta halife denilen Zat çıktı ortaya, ressam değildi, bu yüzden okuyup üfleyerek Yeni bir Türkiye şey edecekti.

Etti.

Hâlâ ediyorlar ve okuyup üflüyorlar. Sadece üfürüyorlar. Faşizmin akıl kıtlığıyla kombine hali işte böyle ilkel ve vahşi oluyor. Oysa şöyle buyurmuştu üstatları Göbels: “Yalanların içine makul miktarda gerçek kat ki, inandırıcı olabilesin.” Türkçesi, sütten çıkmış AK kaşığım deme! Ayrıca faşist propagandanın evrensel kuralıdır, birkaç kelimeyle yalanları tekrarlayıp durmak. Kelime dağarcıkları bu yüzden kasıtlı olarak kısıtlıdır: paralel, algı operasyonu, lobi, üst akıl, onlar var ya onlar…
Şimdi yeni bir ekleme yaptılar: Yok hükmünde! Hâkim kararı: Yok hükmünde. Soykırım kararları: Yok hükmünde.

Kendileri dışında her şey yok hükmünde. Artık her şey tekrardan ibaret… Saray’dan hep aynı cümleler… Dinlemeye, okumaya hiç gerek yok. Hep benzer iddialar. Niyetleri belli. Niyetlerini okumak yeterli.

(Siyasi tartışmalarda en gıcık kaptığım klişelerden birisi “ama niyet okuyorsunuz!” şeklindeki itirazlar. Bugüne dek AKP hakkında önceden yaptığımız her çözümleme karşısında bu klişeyi işittik. Lakin bütün öngörülerimiz birer birer gerçekleşti, çünkü çözümlemelerimizde bu şahısların niyetinin bozuk olduğunu kesinlikle bilmekteydik. Bundan sonrası için de önümüzü görebilmek için gerekli siyasi çözümlemeleri “niyet okuma” tarzıyla yapabiliriz! Aslında zalimlere karşı art niyetli, önyargılı olmak, bizim kitabımızda hiç ayıp değil, tersine niyet okumak, bunlardan kazık yememenin bir ön tedbiri, sigortası...)

Peki ne olacak?

Dedim ya, niyet okumak yeterli ve bu yüzden kendimizi kasmaya hiç gerek yok. Niyetlerini okuyunca geleceği görüyoruz, kâhinlik taslamadan biliyoruz.
Bugünlere “keşke”lerimizle gelmiş olabiliriz, “keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydı…” Yarın, keşke’ler bitecek, “O halde” diye devam etmek gerekecek.

Peki ama ne olacak?

Soru ile cevap, sorun ile çözüm arasında bire bir denklik yok ki. Soru zordur cevap basit, soru basittir cevap zor, sorun karmaşıktır çözüm basit, sorun basittir çözüm karmaşık.

Oysa bu tür denklemlere sıkışmadan da, hem sorunu hem çözümü sadeleştiren bir devrimci irade hep vardır. Önce bu iradeyi ortaya koymak şart.

Keşke’ler bitsin artık. O halde? O halde Haziranlaşmak şart.

Faşizmlerini yok hükmünde saymak için...