Yok saymak bu sorunu çözmez
Hükümetin göç krizi üzerine çözümden yana politikasının olmayışı masum insanlara yönelik saldırılara neden oldu. Uzmanlar, “Plansızlık önemli bir mesele. Yok gibi davranmak sorunu çözmez” diyor.
Bahar GÖNÜL
Türkiye’de son dönemde mültecilere yönelik saldırılar artarken iktidarın gerçekçi bir göç politikasının bulunmayışı krizi her geçen gün derinleştiriyor. Tabanda biriken öfke, sorunun asıl kaynakları yerine masum insanlara yönelirken Kayseri, Konya, İstanbul, Hatay ve Antalya gibi pek çok ilde Suriyelilere yönelik linç girişimleri yaşandı. Resmi rakamlara göre 4 buçuk milyonun üzerinde mülteci yer alırken uzamanlar, gerçekçi çözümlerin göz ardı edildiğine dikkat çekti.
ÖNCE SORUNUN KAYNAĞINA BAKILMALI
Mültecilerin uyum süreçleri üzerine çalışmalar yapan Doç. Dr. Erhan Kurtarır Türkiye’nin bir göç coğrafyası olduğunu anlayarak süreci tanımlamamız gerektiğini söyledi. “Sadece göçmene bakarak sorun algılanmaz” diyen Kurtarır, “Bu bir ülkenin güvenlik sorunu değil sadece bu gayet gündelik hayatımızı etkileyen bir sosyolojik olgu. Ve bu ilişki bugün Suriyeliler, yarın Afganistan kökenler, öbür gün Afrika kökenliler daha sonra Orta Asya ve benzeri coğrafyalardan gelenler diye devam edecek bir olgu. Hiçbir zaman bitmedi bitmeyecek. Sadece göçmene bakarak sorun algılanmaz. Bu bir birlikte yaşam, karşılıklı adaptasyon sorunu. Birlikte yaşayan insanları birlikte değerlendirmeliyiz” ifadelerini kullandı.
“Soruna dair doğru ne yerel yönetimlerde ne de ülke yönetiminde doğru programlar geliştiremedik” şeklinde konuşan Kurtarır, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“Doğru gözlem ve buna dayalı bir doğru veri üretimi ve doğru planlama ve programlanma yapılmalıydı. Diğer sorunumuz da yerel yönetimlerle merkez yönetimin araya gelmemesi sorunu. Ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden biliyorum, bütün ilçeleri kapsayan bir araştırma yürüttüler. Ben de danışma grubunda olduğum için göç birimini, böyle bir çalışmayı önermiştik. Bütün ilçelerdeki veriyi topladılar. Kaç farklı sorun yaşanıyor, kaç farklı ilişki biçimi var, belediyelerde ne tür programlar üretiliyor diye. Bazı belediyeler bilinçli olarak katılmadılar. Büyükşehir belediyesi bu ilçe ilçe tespit yapmaya, ilçe deneyimlerini öğrenmeye çalıştı. Ancak bazı belediyeler, merkezi yönetimin bir siyasi propagandasını yürütürcesine kenti unutup, ‘ben sizinle bu çalışma doğru da olsa içinde yer almam’ refleksiyle hareket ettiler.” dedi.
Mekânsal imar planlarında göçmenlerin yok sayıldığını söyleyen Kurtarır, sözlerini şöyle sürdürdü: “Göç alanındaki diğer önemli plansızlık konusudur. Burada kastettiğim plan sadece ülke politika planları değil, kurumsal strateji planlarında, Mekansal Strateji Planlarında ve Mekansal İmar Planlarında göçmenler yok kabul ediliyor. Yabancı nüfus planlara dahil edilmiyor.”
Kurtarır, göçmenlerle ilgili dezenformasyonla yabancı düşmanlığının pekiştirildiğine de değinerek sözlerini şöyle tamamladı: “Bir diğer değinilmesi gereken konu da etik konusudur. Göç alanında yürütülen ya da bilinçli olarak yürütülmeyen çalışmalarda da etik sorunuyla karşılaşıyoruz. Bu alanda kamuda, yerel yönetimlerde, fon sağlayıcı kuruluşlarda, sivil toplum kuruluşlarında, akademik araştırmalarda, en çok da siyasi söylemlerde ve medyada etik sorunlar ile karşılaşıyoruz. Doğru bilginin yayınlanması konusundaki eksikler, dezenformasyon, yabancı düşmanlığını pekiştiren siyasal söylemde karşılaşılan etik sorunlar olarak öne çıkanlar. Bu da hem bireylerin hem de kurumların üzerinde hassasiyetle durması gereken bir diğer konudur.”
KAPSAYICI ÇALIŞMALAR YAPMAK GEREKİYOR
Göç ve uyum politikaları üzerine çalışmalar yapan Papatya Bostancı ise, “Yerel yönetimler, yerel halkın da göçmenlerin de birebir muhatabı” dedi. Yerel yönetimlerin göç krizine ilişkin sorumluluklarını değerlendiren Bostancı, “İlk zamanlarda belediyeler çok aktif olarak yer alamadı çünkü göçmenler daha çok kamplarda kalıyordu. Ama 2014-2015 sonrası kamplardaki göçmen sayısı çok çok azaldı. Göçmen ve mülteciler daha çok şehirlerde yaşamaya başladılar. Dolayısı da bu şehirlerde yaşayan göçmen ve mülteciler, artık yerel halk gibi şehrin bütün dezavantajından ve avantajından nasibini aldı” ifadelerini kullandı.
Belediyelerin bu konuda bütçesinin olmadığına vurgu yapan Bostancı şu değerlendirmeyi yaptı: “Merkezi yönetimden belediyelere aktarılan para vatandaş bazlı. Diyelim İstanbul’da 16 milyon insan yaşıyor, bu 16 milyon sadece Türkiye vatandaşına göre hesaplanmış. Ama Merkezi yönetimden belediyelere göçmenler düşünülerek para aktarılmıyor.
Belediye kanununda hemşeri hukuku dediğimiz bir hukuk var. Belediye bünyesinde, sınırları içerisinde yaşayan herkes belediyenin hizmetinden yararlanma hakkına sahiptir. Göçmenler de bu hizmetlerden yararlanabilir. Ama belirsizlik şu ki bu kanunun altındaki yönetmelik Türkiye vatandaşlarını kastediyor. Dolayısıyla belediyeler göçmenlere hizmet verirken çekinceli davranıyor. Sayıştay denetimine girmekten çekiniliyor. Belediye hiçbir şey yapmasa bile kendi bünyesinde çalışan personellere göç ve göçmenlikle ilgili farkındalık yaratma çalışması, nefret söylemine karşı kapsayıcı bir söylem yaratma çabasına girebilir. En azından kısmen bu nefret söyleminin ve cinayetlerin önünde durabilir. Daha kapsayıcı hizmet üretimi, sadece Türkiye vatandaşlarına değil göçmenlere de hizmet vermek, sosyal uyumu birlikte yaşamı sağlayan çalışmalarla entegrasyonu artırabilir.”