Oyuncu ve seslendirme sanatçısı Erdal Tosun aramızdan ayrılalı 4 yıl oldu. Onu, yokluğunu bir şikâyet konusu olarak gören yakınlarından dinledik.

Yokluğun bir şikâyet konusu

IŞIL ÇALIŞKAN

Yalnızca izleyicinin gönlünde taht kurmakla kalmamış yakın çevresinde de yeri doldurulamayan biri olarak bu dünyadan göçmüş oyuncu ve seslendirme sanatçısı Erdal Tosun. Bugün gidişinin üzerinden 4 yıl geçti. Onu sinema dünyasındaki yakınlarından dinlemeden önce Tosun’un 53 yıllık yaşamına neler sığdırdığına kısaca bir bakalım…

Yeşilçam aktörlerinden Sevim Tosun ve Necdet Tosun’un ilk çocuğu olarak 9 Nisan 1963’te İstanbul Sarıyer’de dünyaya geldi. 1980’de Beyoğlu Fındıklı Lisesi’nden mezun olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda okudu.


Sinema hayatına ilk olarak Atıf Yılmaz’ın teklifiyle 1982 yapımı “Mine” adlı filmle başlayan Tosun, daha sonra 1985’te “Karanfilli Naciye” filminde oynadı. Tosun, kısa süre İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda görev almasının ardından aralarında Uğur Yücel, Suat Sungur, Tilbe Saran ve Özdemir Çiftçioğlu’nun bulunduğu sanatçılarla “Özel Tiyatro”yu kurdu.

Bir süre Antalya Devlet Tiyatrosu’nda da oyunculuk yapan sanatçı, son olarak BKM kadrosuna dâhil oldu ve uzun yıllar bu ekiple sahne aldı. “Bir Demet Tiyatro”daki “Eyvah Necdet” ve “Spartaküs Vedat” performansıyla tanınırlığı artan Tosun, Yılmaz Erdoğan’la birlikte “Vizontele”, “Vizontele Tuuba”, “Organize İşler” filmlerinde rol aldı.

Usta oyuncu, 2002’de “Yarım Elma” dizisinde, 2003’te Cem Yılmaz’ın “G.O.R.A” adlı filminde, 2011’de “Çalgı Çengi”, 2014’te “Şipşak Anadolu”, 2015’te ise yönetmenliğini İlker Ayrık’ın yaptığı “Yapışık Kardeşler” filminde rol aldı. Tosun, birçok yapımda seslendirme sanatçılığı ve seslendirme yönetmenliği de yaptı. Sanatçı, 30 Kasım 2016’da İstanbul Sarıyer’de geçirdiği trafik kazası sonucu hayata veda etti.

Şimdi söz yakınlarında…

***

yoklugun-bir-sikayet-konusu-811068-1.

KOCAMAN VÜCUDU BAŞTAN AYAĞA KALPTİ

İlknur Bekmezci Tosun (eşi): Erdal Tosun kocaman bir adamdı. İlk bakışta ilk görülen cüssesiydi ya o kocaman vücudun içi baştan ayağa kalpti. İçine dünyayla ilgili ne varsa sevgiyle yerleştirdiği kocaman, sımsıcak, yufkacık bir kalp. Bir de içinde özenle sakladığı küçük bir çocuk vardı ki, o çocuk hiçbir duygusunu saklamaz; kızdı mı esip gürler, sevindi mi yüzünde güller açar, üzüldü mü kimin önünde olursa olsun gözyaşı dökerdi. Köklerini, babası Necdet Tosun’un memleketi Burhaniye’ye, çocukluğunu ve ilk gençliğini canının yarısı Gürdal’la birlikte Cihangir’e saklamıştı. Adını kendi koyduğu ve her söylediğinde içinin titrediği Kiraz’ımızı büyüttüğümüz Büyükdere’yi çok sevdi. Bir de her anını daha çok yaşayabilmek için, sabahları erkenden kalkıp köy kahvesine gittiği İzmir, Karaburun’u. Herkesin Sevim teyzesi olan annesiyle didişip, kasa kasa aldığı şeftalileri komşularla paylaşarak yazı tamamladığı yer ise Kuşadası’ydı.

Onu en biricik yapan şey, özündeki hiç bozulmayan, doğal, “iyi insan” mayasıydı. O kocaman kalbinin her köşesinde insanlar vardı. İnsan en önemliydi. En değerli, en gerekli. Gerisi tamamen boştu onun için. Sohbetler, kavgalar, susmalar, yazılar hep insanlara dairdi. Ve tabii ki sofralar! Paylaşmanın en yalın hali; sofralar ve şiirler. Elinde olan, evinde pişen her şeyi sofrasında sevdikleriyle nasıl hesapsız paylaştıysa; duygularını, hüznünü de öyle hesapsız kitapsız şiirlerine akıttı. Erdal’ı düşününce içimde ilk beliren şey büyük bir güven duygusudur. Kararlı, sevecen, ne olursa olsun doğru bildiğinden şaşmayan yapısıyla, hep en güvendiğim insan olmuştur. Erdal; benim, kızımızın, sevdiğimiz tüm dostlarımızın her zaman aklında ve yüreğindedir. Kocaman bir kalpten oluşan kocaman adam hep hayatımızda.

***

HER HALİ DURUM KOMEDİSİYDİ

Suzan Kardeş: Mesleki olarak hiç karşılaşamadığım ve makyaj yapamadığıma üzüldüğüm oyuncular var. Bunlardan birisi de Necdet Tosun’du. Benim hep şansım vardır bilirim. Babalarıyla çalışmak nasip olmadı ama iki oğlu ile yıllarca setlerde çalıştık. “Ne zaman tanıştınız?” derseniz bilmiyorum çünkü onlar hep vardı. Türkiye’nin aranan oyuncularından ikisi onlardı ve her sette karşılaşabilirdiniz. Şahane oyunculuklarının yanı sıra set adabı ve dostlukları bambaşkaydı. Onlarla beraber olmak için can atardı sinema camiası.

yoklugun-bir-sikayet-konusu-811072-1.

Gürdal ve Erdal Tosun çok iyi anlaşan iki kardeşti. Birlikte çok uzun zaman geçirdik ve bir gün bile herhangi bir konuda ters düştüklerini görmedim. Hele ki birlikte bir sofrada denk geldiyseniz güzel, eğlenceli ve bilgi dolu bir zaman geçirirdiniz. Anılarım tabii ki çok ama birini anlatsam öteki anı küser. Onların her hali durum komedisiydi. Anlatılamaz, orada olmanız lazım. Çok erken ayrıldılar aramızdan mekânları cennet olsun. Sevim anne gibi bir kadının hayatındaki erkeklerin erken göçlerinden dolayı; bu kadar neşe dolu, evi şenlendiren, daima kahkahaların, bereketin çok olduğu ailesinin ona ölümleriyle keder yaşatması beni çok üzmüştür. Onları unutmayan unutturmayan tüm sevenlerine ve dostlarına sabırlar dilerim.

Onlar hep bizimle. Bir sofra kurulsa bir yerde her zaman oradalar. Anlattıklarıyla, hikâyeleriyle hep bizimle beraberler. Daima anılacak ve konuşulacaklar. Ayrıca tiplemeleriyle Türk sinema tarihine verdikleri emekler unutulmaz.

***

ARABAMDA FOTOĞRAFI VAR, ONU HER SANİYE ARIYORUM

yoklugun-bir-sikayet-konusu-811073-1.

Erkan Can: Ben 85 yılında İstanbul’a konservatuvar için geldiğimde Erdal ve Gürdal Tosun’la tanıştık. Kardeşliğimiz orada başladı. Sanki 30 yıldır tanışıyormuşuz gibiydi. Onlar benim için kardeşten öteydi. Ben okulu Erdal’ların evde bitirdim. Orada yattık kalktık yemek yedik. Erdal’ın annesi Sevim Teyze’den bahsetmeden olmaz. Sevim Teyze hem Mimar Sinan Üniversitesi hem de İstanbul Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nün tamamına baktı o dönem, hepimizi doyurdu. Erdal’ın sofrası çok ganidir. Herkesi etrafına toplar, yedirir, içirir. Evde bazen kızlı erkekli 10 kişi kaldığımız da olmuştur. Okul oyunları çalışırken yerimiz olmadığı için hepimiz orada toplanırdık. Evi olmayan gece yarısı camı çalar. Erdal yoksa Sevim Teyze seni içeri alır. “Karnın aç mı?” diye sorar. Sen daha elini yüzünü yıkayıp döndüğünde masada dört çeşit yemek vardır. “Tokum” dersen de kızar. Çünkü aç olduğunu bilir. Erdal ve Gürdal benim canlarım. Onlar gitti benim iki kolum gitti. Erdal’ı her saniye arıyorum. Arabamda fotoğrafı var. Onları anmadığım, hatırlamadığım bir gün bile yok. Yılmaz Erdoğan’ın bir lafı vardır: “Google yokken Erdal Tosun vardı” diye. Bu çok doğru bir şey. İkisi de her şeyi bilirlerdi. İkisi de iyi seslendirmeciydi. Erdal en son The Godfather’da Marlon Brando’yu seslendirmişti. Orijinali gibiydi. Çok keyif almıştım. Daldan dala atlıyorum belki ama Erdal’ı konuşmak aylara sığmaz. Biz hep kalabalık gezdik. Sabah ne yiyeceğiz nereye gideceğiz hepsini Erdal organize ederdi. Planlı programlı biraz serseriydik. Basardık Erdal’la Burhaniye’ye giderdik. Orayı çok severdik. Bazen bütün yaz evde oturur hiç çıkmazdık. Erdal ve Gürdal’la konuşmadan anlaşabiliyorduk. Benim elim ayağımdı onlar ama yalnız kaldık. Tabii ki çok kıymetli dostlarım var yine ama Erdal’la Gürdal bir başkaydı. Kader mi, yazgı mı, hayat mı diyelim bilmiyorum. Her şeyin bir sonu olduğu gibi insanın da var. Oradan teselli bulup hayata devam ediyoruz.

***

BENİM BABAMDAN SONRA ERDAL’IM OLDU

yoklugun-bir-sikayet-konusu-811074-1.

Reha Özcan: İnsanın hayatının kahramanları vardır. Zamanla yer değiştiren. Genellikle babalarla başlar. Sonra yakınlarda birkaç kişi vardır. Benim babamdan sonra Erdal’ım oldu. “Gelmişiz 1980’e hala mı Shakespeare okutuluyor bu Konservatuvar’da oğlum” ile başlayan, bilge çelebi bir adam ile kahramanlık hikâyesi. 2016 benim hayatımdan hem babamı, hem Erdal’ımı aldı. Artık kahramanı anılarında kalan biri olarak, maksat gönüller bir olsun der dururum... Onu anmadan geçen günler, felaket kaynaklıdır ve bunu çok yaşatıyor hayat son zamanlarda... Reha Özcan: İnsanın hayatının kahramanları vardır. Zamanla yer değiştiren. Genellikle babalarla başlar. Sonra yakınlarda birkaç kişi vardır. Benim babamdan sonra Erdal’ım oldu. “Gelmişiz 1980’e hala mı Shakespeare okutuluyor bu Konservatuvar’da oğlum” ile başlayan, bilge çelebi bir adam ile kahramanlık hikâyesi. 2016 benim hayatımdan hem babamı, hem Erdal’ımı aldı. Artık kahramanı anılarında kalan biri olarak, maksat gönüller bir olsun der dururum... Onu anmadan geçen günler, felaket kaynaklıdır ve bunu çok yaşatıyor hayat son zamanlarda...

***

SAVAŞÇI RUHUNDAN ALDIĞIMIZ FEYZLE YAŞIYORUZ

yoklugun-bir-sikayet-konusu-811079-1.

Devrim Yakut: Erdal, sen giderken dünya iyi değildi, hele şimdi hiç değil. Bu artık sıradan da sıradan hale gelen cümlenin devamını getirmeyeceğim. Bir şikâyet yazısı olmasın bu. Bu uğultulu toz bulutunun içinde, ”rağmen” devam ediyoruz yaşamaya ve işimizi yapmaya. Sanırım sen ve senin gibi savaşçı ruhlardan aldığımız feyzle. İnsan sadece yaşayarak değil, tanık olarak, görerek de öğreniyor çünkü. Sen benim için varlığıyla kimi zaman tek kelam etmeden anlatandın. Kimi zaman tek sözcükle kocaman düğümlerin ucunu elimize şefkatle uzatandın. Kocaman acıları, kocaman yüreğine kendine has bir tevekkülle yerleştiren ve en önemlisi onlardan beslenmeyen gerçek bir aynaydın etrafındaki herkese. Duymak istediklerimizi değil, duymamız gerekenleri bize gösterendin. İşte tam da burada, sana özlemimiz bitmiyor. Çünkü Erdal, artık gerçek çok az insanı ilgilendiriyor. Şikayet yazısı olmasın dedim ama yokluğun bir şikayet konusu be Erdal... Ama yine de hep dediğimizi demek gerek, iyi ki hayatlarımıza uğradın Erdal. İyi ki…