Başlığın öyküsü çok ilginç, çok tuhaf. Ama yazmadan önce, medyanın nereden nereye savrulduğunu anlatmalıyım.

Gündemi yakından izleyenler bilir; 2011 yılındaki Roboski/Uludere katliamının ertesi sabahı, CNN Türk’te Medya Mahallesi’nde kelimenin tam anlamıyla saldırıya uğradım. O zaman CNN Türk’ün başında olan Ferhat Boratav, hemen yanı başımdaki rejiyi bastı. Masaları yumrukladı. Sesi -güya ses geçirmez- kapıları aşıp yayına yansıyacak kadar yükseldi. Neden? Katliama dair bilgi verdim diye…

Efendim, resmi açıklama gelmeden bu kadar kritik bir konuya girilmeyecekmiş. Bana söylenmemiş mi!

“İyi de valinin açıklaması var. Hem de Anadolu Ajansı geçti” dedim. Sayılmazmış. Genelkurmay açıklaması beklenecekmiş.

Mızrak çuvala sığmayınca, bütün kanallar birkaç saat içinde haberi vermeye başladı. Benim vakam da unutuldu gitti. Ancak o unutulsa da, sonraki aylarda sansür girişimleri, azarlar hiç eksik olmadı.

Avni Özgürel, örneğin… Belli ki ‘açılım sürecine hazırlık’ çerçevesinde ve belli ki iktidarın elçisi gibi Kandil’e gidişini anlatmıştı bir programda. Onun gibi bir ismin Kandil’e gitmesi, kamuoyuna bir işaretti. Elbette işaretleri anlamaktan korkup ‘açık talimat’ bekleyenler için değil! Bu yüzden Avni Özgürel’in “Kandil’e gidip Ankara’daki yetkililere getirdiği mesaj” o gün, -reji basmak kadar olmasa bile- epey gürültü koparmıştı.

Ya da örneğin, bir başka programda Fethullah Gülen için “Bir vaiz maaşıyla mı böyle bir imparatorluk yarattı” sorum fırtına estirmişti.

***

Demokrasinin efil efil estiği 2010’lu yıllarda işler son derece sistematik bir biçimde yürüyordu.

Bir yandan iktidar ‘görevlileri’ diğer yandan Gülen ‘gönüllüleri’ medyaya ayar verip duruyordu.

Bir CNN Türk yetkilisi, Fethullah Gülen’e saygıda kusur işlediğim programın ardından ayarların sistematiğini şöyle anlatmıştı:

“Yandın! İktidara dokunan bir şey olduğunda bizi arar, şikâyet ederler. Ama Gülen’e laf gitti mi doğrudan Aydın (Doğan) Bey’i ararlar. O da bizi arayıp ‘sıkıntıyı’ aktarır.”

Gerçekten öyle mi oldu, bilmiyorum. Neredeyse her gün suçlandığım, tehdit edildiğim için bir eksik bir fazla fark etmiyordu zaten. Sonunda iş, Erdoğan’ın benim yüzümden CNN Türk yayınına katılmayı reddettiği haberine / söylentisine kadar vardı. Ve biliyorsunuz; önce yanıma Akif Beki getirildi, sonra da kapı gösterildi.

***

Gelelim, bugüne!

Her ne kadar CNN Türk’ten ayrılsam da, televizyonlarından gazetelerine, Demirören Medyası’nda hâlâ çok dostum, kardeşim var.

Arada dertleşirler. “Sizin zamanınız yine çok iyiymiş” diye, o eski korkunç günleri bile özlemle yâd ederler.

Haklılar! Gerçekten, meslektaşlarımın anlattıkları/gördüklerim/fark ettiklerimle, bugünler o korkunç günlere rahmet okutuyor.

Zira artık iş bambaşka bir boyuta varmış durumda. Geçmişte, iktidar (yanı sıra Gülen Cemaati) genel bir çerçeve ile yetinirdi. Uludere gibi, 17-25 Aralık gibi, örneğin Hanefi Avcı’nın iddiaları gibi ‘uç vakalar’ yasak kapsamına girerdi.

Oysa şimdi, neredeyse medyanın dili yeniden yazılıyor. Bazı kelimeler ve kavramlar, AKP SÖZLÜĞÜ’nde yer almıyor.

Başlıkta altını çizdiğim üzere “YOKSUL” kelimesi, yeni sözlükte yer almıyor. Zam, protesto, hak, ihlal... Ve daha nicesi... Yasak ve tehlikeli!

İyi de, saray medyasının başındakiler hangi kelime yasak, hangisi ne kadar tehlikeli nasıl karar veriyor?

İşte! Gelinen SON NOKTA buymuş. Otosansür konusunda muazzam bir mesafe alan gazeteler, televizyonlar, radyolarda sıra ‘ayrıntılara’ gelmiş. Üstelik artık sadece Saray’dan değil, bakanlardan, bakanların basın danışmanlarından, hatta AKP yöneticilerinden de uyarı yağıyormuş.

“Yoksul” kelimesi işte bu tablonun en acayip örneği olmuş.

Yakın zamanda bir haber üzerine, Saray’dan ya da Saray adına arayan bir zat “YOKSUL KELİMESİNDEN HOŞLANMIYORUZ” demiş. Yerine ne verelim abime? Diye sormamışlar elbette. Öyle ya! Fakir deseniz, o da olmaz… Dar gelirli deseniz, adama/yani gazeteciye “kime neye göre dar” diye soracaklar… Ne yapılabilir peki? Habere ‘TAKLA’ attırılabilir!

Zaten bir TÜİK MUCİZESİ olarak işsizliği azalttık. Sağlıkta dünya bize hayran. Kimin marifetiyse, ‘ithalat cenneti’ haline getirilen memleketi iç kaynaklarına döndürdük! Falan yani!

Nitekim, bakınız Saray medyasına, iktidar her gün (Müge Anlı ve Esra Erol’la yarışarak) bir MUCİZE’ye imza atıyor! Türkiye her gün bir DESTAN’a tanık oluyor.

***

Yazarken yazarken güleceğim geldi. Saray medyası aslında aynaya bir baksa ne kadar gülünç olduğunu fark edecek. Ama biliyoruz, otoriter rejimlerde aynaya bakılmaz.

Söz meclisten dışarı, Mehmet Barlas, yani hakiki Saray Medyası’nın başyazarı, Enis Berberoğlu’nun önce tutuklanarak cezaevine gönderilmesi... Sonra evine gönderilmesi üzerine şunları yazdı:

“Kılıçdaroğlu ‘Aynı formül neden Ahmet Altan veya Osman Kavala için de kullanılmıyor’ diye sorabilirdi grup toplantısında... Özgürlüklerin önemini vurgulayabilirdi. Ve mesela ‘65 yaşını geçenlerin akşam 20.00’de zorla evlerine dönmelerinin gerekçesi nedir’ diye sorabilirdi.”

Kusura bakmasın ama sahiden çok güldürdü beni!! Berberoğlu ve HDP’li milletvekillerin başına gelenlerden ya da 65 yaş üstüne getirilen kısıtlamadan KİMİN SORUMLU olduğunu zannediyor acaba? Sorularının muhatabının kimler olduğunu bilmiyor mu acaba?

Hadi o sırada, -benim gibi 65 yaş üstü olduğu için evde tıkılıp kalmışlıktan- aklı karıştı da atladı diyelim.

Sevgili Müyesser Yıldız’ın;

* Önce GİZLİ BİLGİLERİ HABER YAPMADIĞI İÇİN CASUSLUK İDDİASIYLA gözaltına alınmasına...

* Sonra bakın adaletin işine, GİZLİ BİLGİLERİ HABER YAPTIĞI İÇİN tutuklanmasına...

Neden iki satır olsun değinmedi? Hukuksuzluğun bu derecesine neden dönüp bir bak-a-madı? FETÖ’nün hışmına, gadrine uğramış bir gazetecinin onca yıl sonra neredeyse aynı biçimde hapse atılmasına iki laf etmedi?

Nedenini söyleyeyim: Tıpkı yoksulluk gibi, zam gibi, “HABER” kelimesi de yasaklı listesinde. Çünkü o kelime, gerçeği içerir.. Bilmeyi/bilme hakkını anlatır.
Ufacık tefecik Müyesser HABER / GERÇEK deyince devleşir... Her türlü zorluğa göğüs gerer de... Kocaman kocaman adamlar, iktidarın gölgesine sığınır... Kelimelerden bile korkmaya başlar!