Yoksulların hedefinde artık Erdoğan var
İktidar ekonomik krizi görünmez kılmak için kutuplaştırıcı politikalarını sürdürüyor. Ancak yoksulluk altında ezilen milyonlar bütün gerçeği ortaya koyuyor. Erdoğan’ın kimlik politikalarını boşa düşürecek tek şey örgütlenmeyi bekleyen birleşik bir mücadele hattı
POLİTİKA SERVİSİ
Ülke sorunları arasında ekonomik krizin temel sorun olma hali değişmiyor. Adaleti ortadan kaldıran, hukuku hiçe sayan, Meclis’i bir aparat haline getiren rejim, ülkenin çöken ekonomisi karşısında adını koyamadıkları IMF programına sarılırken başarı nidaları atmaktan geri durmuyor.
Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) ülkeyi gri listesinden çıkarması bile ülkenin Maliye Bakanı tarafından büyük bir müjde olarak halka bahşediliyor. Kadınlardan gençlere, işçilerden üreticilere emeklilere kadar toplumun geniş kesimleri yoksulluğu ve yoksullaşmayı iliklerine kadar yaşarken sorunları gizlemeye çalışan iktidar paydaşları bunun yolunu siyasetin üst perdesinde kurdukları türlü gündemler ve tartışmalarla gerçekleştiriyor. Buna göre toplumsal desteğini yitirmeye başlayan iktidar ortakları mümkün olduğunca ekonomik krizin konuşulmasını istemiyor. Krizi ve artan yoksulluğu gizlemek isteyen rejim, kimlik siyasetiyle toplumda farklı kutuplaştırmalar yaratmayı tercih ediyor.
Günlerdir gündemde kendine yer bulan yemin eden teğmenler tartışması da bu politikanın son örneği oldu. Erdoğan kamuoyunun önüne atılacak bu fırsatı geri tepmezken yürüttüğü kimlik politikasıyla bir kez daha ülkenin asıl sorunlarını görünmez kılma derdinde. 23 yıllık iktidarı boyunca kutuplaştırıcı siyasetinin, kimlikler üzerinden yürüttüğü ayrışmaların birçok kez ürünlerini toplamayı başardı. Ancak yıllar sonra geldiği noktada bu politikaların hala bir albenisinin olup olmadığı soru işareti. Bunun başarılı olabilmesinin tek şartı Erdoğan’ın çizdiği sınırlar dışına çıkamayacak bir muhalefetin olması. Aksi takdirde ülkenin yüzde 80’ni bu yoksulluk ve yoksullaşma girdabının içindeyken kimlikler üzerinden yürütülecek politikaların karşısında sınıf mücadelesi oldukça net. Fabrikalardan tarlalara, ilkokullardan üniversitelere, kadınlardan gençlere, emeklilere kadar ayrım zenginlerle yoksulların arasında. Hal böyleyken Erdoğan’ın ısrarla bu politikalarını sürdürebilmesi ise sınıf mücadelesini programlaştıramayan muhalefetin hâlâ ‘karşı mahalleye sesleniş’ adıyla güttüğü hassasiyetlerine bağlı.
HALKIN YÜZDE 20’Sİ YARDIMA MUHTAÇ
Rant, talan, yolsuzluklarla gündemden düşmeyen iktidar yıllar içerisinde halkı daha fazla yardıma muhtaç haline getirdi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın resmi verilerine göre yılın ilk 7 ayında 3 milyon 792 bin hane sayısı olarak açıkladı. Bu veri 15 Milyonu aşkın yurttaşın yardım aldığını ortaya koyarken toplumun neredeyse yüzde 20’si yardıma muhtaç hale getirildi.
Kişisel gelir dağılımını ölçmek için, yaygın olarak kullanılan bir dağılım olan gini katsayısına göre Türkiye 2023’te Avrupa’da gelir adaletsizliğinde birinci sıraya yerleşti. Dünyadaki 130 ülke içinde ise 28. sırada. Merkez Bankası ve DİSK AR verilerine göre ise toplumun yarısından çok daha fazlası asgari ücretli. Tekstil, deri, mobilya imalatı, gıda, turizm, inşaat sektörlerinde ise asgari ücretin altında maaş olanların payı da oldukça yüksek. Buna göre 2023 yılında Türkiye, Makedonya, Sırbistan gibi ülkelerin ardından Avrupa ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip beşinci ülke.
EMEKLİLER ÇALIŞMAK ZORUNDA
Bu yüzyıl emeklilerin yüzyılı olacak söylemleriyle seçim süreçlerinde emeklilerden oy devşirmeye çalışan iktidar, emeklileri döneminin en büyük yoksulluğuna hapsetti. 12 bin 500 liraya sabitlenen en düşük emekli aylıklarıyla açlık sınırının dahi altında bırakılan emeklilerin 2002’de kişi başı yüzde 46,5 olan Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) oranı 2024’te yüzde 27,7’ye geriledi. 2014 yılında en düşük emekli aylığı ile 11 gram altın alınan emekliler bugün ancak 4,5 gram altın alabiliyor. Büyük bir geçim sıkıntısı içerisinde kaderlerine terk edilen emeklilerin çoğu yaşamak için çalışma hayatlarına devam etmek zorunda kalıyor.
ÇOCUKLAR OKULA AÇ GİDİYOR
Eğitim siteminde de artan yoksulluk çocukları açlığa mahkum etmiş durumda. PISA verilerine göre Türkiye’de bugün her 5 çocuktan biri derin yoksullukla karşı karşıya ve yeterli, besleyici gıdaya ulaşamıyor. Her 5 okuldan 1’i özelleştirilirken devlet kaynakları ÇEDES gibi projelerle tarikat ve cemaatlere aktarılmaya devam ediyor. MESEM projeleriyle ucuz iş gücü olarak kullanılan çocuklar okullarda bir öğün yemeğe dahi ulaşmaktan uzak. Araştırmalara göre yeterli besine ulaşamayan çocuklarda bodurluk ve kronik açlık ise her gün biraz daha fazla artıyor.
GENÇLERİN BARINMA KRİZİ DERİNLEŞİYOR
Yoksullaşmadan en çok etkilenen kesimlerden birisi de gençler. Okula başlamadan dahi barınma krizinin, geçim sıkıntısının altında kalan gençler üniversitelerden mezun olduklarında da büyük bir işsizlik ve geleceksizlikle karşı karşıya geliyor.
KYK yurtlarının kapasite yetersizliği, güvenlik ve beslenme sorunu gençleri farklı alternatiflere mahkûm etse de yıkık dökük evlerin uçuk ev kiraları, özel yurtların pahalılığı öğrencileri çaresiz bırakıyor. Üniversiteli bir genç için 5 aylık alınan KYK bursunun neredeyse 1 aylık özel yurdun fiyatına eşit olduğu koşullarda öğrenciler büyükşehirlerde kazandıkları üniversitelere dahi gidip gitmemek arasında bir karar vermek durumunda kalıyor.
ÇİFTÇİ ARTIK ÜRETEMİYOR
Son zamanların en büyük isyan dalgası ise üreticilerin eylemleriyle ortaya çıktı. Çay, buğday, fındık, kayısı, pamuk, domates üreticileri başta olmak üzere ülkede tarımı bitirme noktasına gelen iktidar, uyguladıkları neoliberal politikalarla beraber üreticileri tefeci ve tüccarların insafına bıraktı. Devletin alım kapasitesine kotaların koyulduğu, kooperatiflerin bilinçli politikalar etrafında işlevsizleştirildiği koşullarda üreticiler artan hayat pahalılığı ve yoksullukla başbaşa. Ürünlerini dahi satamayan çiftçiler tarlalardan, kapattıkları otoyollara iktidarın il binaları önündeki eylemlerine kadar isyanda. Krizden en çok etkilenen gruplardan birisi ise işçiler. Bursa’dan Gebze’ye Ordu’dan İzmir’e memleketin dört bir köşesinde seslerini duyuran işçilerin talepleri aynı. Hak kayıplarına, düşük ücretlere, ağır çalışma koşullarına, sermaye ile kol kola yürüyen iktidara karşı artık yeter sesleri yükseliyor. İktidarın en çok sesinin duyulmasından korktuğu işçilerin karşısına ise devletin olanca gücü çıkartılıyor. En ufak bir basın açıklamasına dahi göz yummayan iktidar, greve çıkan işçilerin sesini gözaltılarla, tehditlerle, baskılarla kısmak istiyor.
TABANDAKİ HAREKETLER KİMLİK SİYASETİNİ AŞIYOR
Rejimin ülkede yarattığı bu tabloyu değerlendiren siyaset Bilimci Ayşegül Kars Kaynar, “Geçtiğimiz gün Erdoğan’ın tekrar vurguladığı kemalizm ile İslamcı, dindar ikiliğinin artık toplumda pek bir karşılığı yok” dedi. Erdoğan’ın bu kutuplaştırma siyasetinden artık istediğini tam anlamıyla alamayacağını belirten Kaynar, irili ufaklı artmaya başlayan sınıf mücadelelerinin varlığına dikkat çekti.
BİRLEŞİK BİR MÜCADELE İHTİYACININ FOTOĞRAFI
“Carrefoursa grevinden traktörleriyle yol kapayan çiftçilere kadar gördük ki tabandaki bu hareketlilikler iktidarın bu kutuplaştırma siyasetini aşmaya başladı” diyen Kaynar, şöyle konuştu: “Burada dikkat edilmesi gereken şey ülkenin dört bir yanında olan hareketliliklerin entegre olamaması. Muhalefetin de sınıf mücadelesine dair çizdiği bir politik hat bu haliyle oldukça yetersiz. Ama aynı zamanda bu tablo bizlere hiç olmadığı kadar tüm bu kıpırdanmaları bir araya getirecek, birlikte örgütleyecek ortak zemin ihtiyacının olduğunu gösteriyor. Bu açıdan sınıf mücadelesinin bu hareketliliğini kapsayacak, birleşik mücadele zeminlerini oluşturmak ve çatı örgütlülüğünü yaratmak gerekiyor.”