Bugüne ve geleceğe dair umudu, beklentisi tükenmiş insanlar bireysel olarak intiharı seçerken örgütsüzlüğün, dayanışma eksikliğinin, içinde bulunulan koşulların değiştirilme ihtimalinin zayıflığına dair mesaj da veriyorlar. Sadece iktidara değil, yapılması gerekeni yapmayanlara, işlevini yitirmiş sendikalara, toplumsal değişim vaadini “Allah’ın izniyle ilk seçimde gönderiyoruz” söylemiyle geleceğe dair umut vermeyen muhalefete de ceza keserek gidiyorlar.

Yoksulluğun inkârı

Zafer Aydın

Bir yurttaşın, eline “iş-aş” yazarak intihar ettiği günlerde, AKP cenahından, aklın, vicdanın ve sabrın sınırlarını kat kat zorlayan açıklamalar geldi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk “yoksulluğun ortadan kalktığını” ileri sürerken İstanbul’un yoksullarının yoğun olarak bulunduğu Avcılar ilçesinin AKP’li Meclis üyesi, “Nerede yoksul, bana yoksul gösterin” diyordu. AKP’nin Denizli Milletvekili Şahin Tin ise bunların üstüne tüy dikercesine, “Karnına kuru ekmek giren insanın aç olmadığını” buyurdu. Bütün bu ifadeler, halkın sorunlarını zerrece dert etmeyen tuzu kuruların, küstahlaşmasının, şımarıklığının, hak hukuk bilmezliğinin birer örneği. AKP’nin sahip olduğu zihniyeti, toplumsal sorunlara yaklaşımını belirgin bir biçimde ortaya koyuyor. Şunu da vurgulamak gerekir ki, bu açıklamalarla ortaya konan yoksulluğun inkârı, kendiliğinden, gelişigüzel edilmiş laflar değil. Bu cümlelerin bir kısmı Meclis’teki bütçe görüşmelerinde yazılı metinlerden okundu. Bir kısmı yerel meclis kürsüsünden ifade edildi. Dolayısıyla yoksulluğun inkârının yalan ve yanılsama üzerine kurulu “yeni Türkiye” söyleminin bir parçası olduğunu saptamak gerekli. Bu söylem, “ekonomide işler iyi gidiyor”, “dünya ile yarışan ekonomiye sahibiz”, “dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmekteyiz” iddialarının tamamlayıcı bir ögesi. Aynı şekilde, milli uçak, yerli otomobil, uzaya gitme müjdeleri, yurtdışına yardım yapıldığı haberleri, AKP’den önce araba, buzdolabı yoktu ifadeleri gibi olmayan zenginliği varmışçasına hikâye etmenin bir başka versiyonu. Yoksulluğun inkârı, bir propaganda argümanı olarak oldukça zayıf, gerçekle bağı olmayan, afaki bir başarı hikâyesi üzerine kurulu, ama alıcısı, etki gücü yok değil. Bunu görmek için sosyal medyada her gün onlarcasına tanık olduğumuz “İş çok ama beğenmiyorlar” ya da “Cebinde akıllı telefon varsa yoksul değilsin” hükmü veren sokak röportajlarına bakmak yeterli.

AKP, iktidara geldiği andan itibaren “Türkiye’yi yeniden kurma” iddiasını ileri sürüp durdu. İlk döneminde söylemi, vaatler manzumesi üzerine oturuyordu. O dönem için vitrine, kendi ideolojik formasyonu içinde bulunmayan demokrasi, demokratikleşme, devrim, reform gibi kavramları koydu. Kimi liberaller ve eski(miş) solcular da AKP’nin günlük siyasal diline soldan üretilmiş, “devrimsi değişimler” gibi kavramları hediye ederek “Yeni Türkiye” söyleminin beslenmesine hizmet etti. Bugün açık bir biçimde ortaya çıktığı üzere yeniden kurmaktan muradı, Türkiye’yi “Yeni Osmanlıcılık” ekseninde dizayn etmekmiş. AKP, “Yeni Türkiye” vaadiyle eskiyi kısmen yıktı, ama yerine toplumsal yaşama dinin gerekleri üzerinden müdahalelerde bulunma dışında bir şey yapamadı. Eline sopayı alarak topluma çeki düzen vermeye çalıştı. Toplumsal kaynakları küçük bir azınlığına transfer ederek, onların zenginleşmesi pahasına toplumun büyük kesiminin yoksullaşmasına yol açtı. Yaptıkları ve yapamadıklarına bağlı olarak, inandırıcılığı, güvenirliği zayıfladı, kavram üretmede, söylem kurmada cephanesi tükendi. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda dile getirdiği ‘kültürel hegemonya kuramadık’ itirafı tam da buraya oturuyor. Sözü tükenen AKP, inkârcılığa daha sıkı sarılarak, bir yanılsama yaratma peşinde. Yani yükselme döneminin vaat söylemi gerileme döneminde yerini inkâra bıraktı.

İnkârcılık burjuva siyaseti için her zaman geleneksel ve en kullanışlı propaganda yöntemlerinden biri oldu. Özellikle bir konu üzerinde hâkimiyetini kaybettiğinde, çözüm konusunda adım atmaktan kaçındığı ya da at(a)madığında buna sıkça başvurmakta. Bu yöntemin temelinde sorunları gizleme, üstünü örtme niyeti ve kaygısı yatmakta. AKP’nin yoksulluğu inkârı da büyük ölçüde yaşanan sorunları gizleme çabası. AKP’nin meftun olduğu neoliberal iktisadi politika tercihinde deniz bitti. Pandemiyle birlikte özellikle sağlık ve eğitimde piyasalaştırmanın yarattığı tahribatla neoliberal politikaların ne türlü sonuçlara yol açtığı belirgin hale geldi. AKP ekonomiyi düzenleme ve yaşanan sorunları düzeltme gücünü kaybetti. “Sosyal yardım şampiyonu AKP” pandemi döneminde, kepenklerini kapatan ya da kapattırdığı esnafa işini kaybeden emekçiye elini uzat(a)mıyor. Yoksulluğu inkâr ile en başta bu gerçeklerin üstü örtülmek isteniyor. Buna bağlı olarak, yaşananların AKP eliyle palazlandırılan küçük bir azınlığın mirasyedi, hovardaca yaşamının karşılığı olduğu gerçeğinin sorgulanmasını engellemek de var.

Yoksullaşmanın, kendiliğinden yol açtığı en önemli sonuçlardan biri birleştirici olmasıdır. Yoksulluk, güvenceli ile güvencesizi, mavi yakalı ile beyaz yakalıyı, kadrolu ile geçici çalışanı, işletme sahibi esnaf ile yanında çalışanı aynı kaderi yaşayan insanlar olarak birleştiriyor. Yoksulluğun inkârının bu birleştiriciliği kırma, insanları yoksulluk karşısında duyarsızlaştırma ve yoksulluğa karşı yükselen itirazı pasifize etme gibi amaçları da var.

AKP yoksulluğun inkârı söylemiyle ana muhalefeti de kendi zeminine, tartışma alanına çekiyor. Muhalefet, AKP’nin yoksulluğu arsızca inkârı karşısında, yoksulluğun varlığını kanıtlamak için intiharları delil olarak göstererek, beyhude bir ikna çabası yürütmek peşinde. Ne var ki, Meclis Genel Kurulu’nda, grup toplantılarında AKP’lilere ağzının payını verme gayreti sokağa bir umut vaat etmiyor. Meclis’te gölge oyunu tam gaz sürerken, sokakta insanlar yoksulluğun pençesinde kıvranmakta ve neredeyse her güne yoksulların, işsizlerin intihar haberleriyle uyanılmakta. İntiharlar yoksulluğun ve yoksulluğun yol açtığı çaresizliğin, yalnız başına kalmanın en somut kanıtı. Bugüne ve geleceğe dair umudu, beklentisi tükenmiş insanlar bireysel olarak intiharı seçerken örgütsüzlüğün, dayanışma eksikliğinin, içinde bulunulan koşulların değiştirilme ihtimalinin zayıflığına dair mesaj da veriyorlar. Sadece iktidara değil, yapılması gerekeni yapmayanlara, işlevini yitirmiş sendikalara, toplumsal değişim vaadini “Allah’ın izniyle ilk seçimde gönderiyoruz” söylemiyle geleceğe dair umut vermeyen muhalefete de ceza keserek gidiyorlar.

Tekrarlamakta ve altını, üstünü defalarca çizmekte fayda var; yoksullaşma sınıfsal bir sorundur. Yoksuların haline üzülmek, dertlenmek değil, sınıfsal bir bakış açısıyla konuyu ele almaya ihtiyaç var. Yoksullaşma, AKP’nin din ve milliyetçilik üzerinden yarattığı kutuplaşmayı doğru bir zemine çekme, sınıfsal bir eksene oturtma imkânı veriyor. Bu temel üzerine inşa edilecek politika, örgütlenme, dayanışma ve mücadele hattı, yalnız değiliz duygusunu ve değişim umudunu büyütecektir.