Zaman zaman meydana gelmesi oldukça ‘normal’ olan kriz dönemlerinin aşılması ve refah seviyesinin artışıyla birlikte yoksulluğun da kısa bir sürede ortadan kalkacağı vurgulanır. Hâlbuki toplumsal eşitsizliklerden doğan yoksulluk hep vardır, kapitalizmin krizlerinde daha görünür bir hâl alır.

Yoksulluk halleri

KEMAL YILMAZ

Hem tarihsel bir mesele olarak hem de sınıfsal bir olgu olarak yoksulluk, insanlık tarihinin sınıflı toplumlara geçiş sürecinden beri açık bir şekilde görünür hale geldi. Kapitalizme geçiş ile birlikte emeğin üretkenliğinin artması toplumsal servetin de artmasına yol açtı. Buna karşın, sermaye sınıfının üreten emekçi kitleler ve üretim araçları üzerindeki tahakkümüyle birlikte bu ‘ortak’ servetin bölüşümündeki eşitsizlik, yoksul olan ile zengin olan kesim arasındaki uçurumu arttırdı. Servet dağılımındaki eşitsizlik bir yandan yoksulluğun daha çok artmasına ve zengin kesimin daha da zenginleşmesine neden olurken, diğer yandan nicel olarak da daha fazla olan yoksul kesimin zenginler tarafından sürekli kontrol edilmesini gerektiren bir mücadele tarihine neden olacaktır. Emekçi kitlenin, sistemin bu adaletsiz tavrına karşı örgütlenebildiği dönemlerde servet dağılımındaki açıklıkta görece daralmalar da meydana gelir ve yoksul ile zengin kesim arasındaki uçurum kısmen kapanabilir.

Yapısal yoksulluk hâli

Kapitalist sistem bir yandan devlet aygıtlarını kullanarak bir yandan da üreten sınıfın emeğini sözde özgürleştirdiği hukuki düzenlemelerde manipülasyonlar yaparak servet dağılımındaki farkın kapanmasının önünde tehdit oluşturacak her türlü eylemi, yapılanmayı durdurmak ister. Ayrıca, kendi kontrolündeki tüm araç ve kurumlarıyla da alt tabakalardan üst tabakalara geçmenin önünde bir engel olmadığı propagandasını sürekli yayar. Yoksul olmayı bireysel bir hata, yoksulluktan kurtulmayı da bireysel başarılarla elde edilebilecek bir zafer olarak tanımlar. Hâlbuki yoksulluk hâli bireysel olarak alınan kararlardan değil, toplumsal eşitsizliklerin sonucu olarak yapısal bir mesele olarak doğar. Kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan bu yapısal yoksulluk hâli, sistem içindeki bireysel hamlelerle çözülemez.

Merkez kapitalist ülkelerin dünya üzerinde arttırdığı eşitsizlikler ve sömürgen yapısıyla emperyalizmin çevre ülkelerde yarattığı tahribat sonucu, Türkiye de özellikle neoliberal sisteme entegre olduğu dönemle birlikte dünya üzerindeki bu eşitsizlikten payını çokça aldı. Sanayi gelişimini tamamlayamamış bir ülke olarak dünya sistemine eklemlenmesiyle birlikte hem yerel hem de küresel ölçekte farklı eşitsizlik ve yoksulluk türlerinin arttığı bir ülke konumuna geldi. 1980’lerle birlikte bugüne gelinen noktada hem ülke olarak yoksullaştı hem de özelleştirmeler, yolsuzluklar gibi çeşitli faktörlerle ülke içindeki yoksul ve zengin kesim arasındaki uçurum arttı.

Kalıcı yoksulluk hâli

Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde görünürlüğü ve hissedilebilirliği artan yoksulluk, krizden kaynaklanan geçici bir durum olarak da gündeme getirilir. Zaman zaman meydana gelmesi oldukça ‘normal’ olan kriz dönemlerinin aşılması ve refah seviyesinin artışıyla birlikte yoksulluğun da kısa bir sürede ortadan kalkacağı vurgulanır. Halbuki toplumsal eşitsizliklerden doğan yoksulluk hep vardır, kapitalizmin krizlerinde daha görünür bir hâl alır. 2008 krizinin etkileri ve pandeminin getirdiği iktisadi zorluklarla birlikte ‘yoksulluk’ da hem dünyada hem de Türkiye’de tekrar üzerine düşünülmesi gereken önemli bir konu olarak gündeme geldi. Bunun yoksulluk üzerine derinlemesine araştırmaları ve tartışmaları arttırdığı bir yanı olmakla birlikte, ‘Yoksulluk Halleri’nde de belirtildiği üzere, yoksulluğun sadece krize özgü konjonktürel bir durum olmasından öte ekonomik ve toplumsal ilişkiler bağlamında bir kategori olarak incelenmesi gerekir.

Kent yoksulluğu

Necmi Erdoğan editörlüğünde ilk basımı 2002’de Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi tarafından, 2007’den itibaren de İletişim Yayınları tarafından basılan ‘‘Yoksulluk Halleri: Türkiye’de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri’’ yoksulluk sorunsalını merkeze alan kapsamlı bir kitap olarak çıktı. Türkiye’de kent yoksulluğunun görünümlerini ele alan bu kitap, hem alan araştırması ve “öznel yaşantıların, hatıraların, hikâyelerin, görüşlerin, kaygıların, düşüncelerin aktarılmasına” hem de “yoksulların gündelik hayat pratikleri ve anlatıları ile bunların toplumsal-tarihsel bağlamı arasındaki ilişkiye” dikkat çekmesi konusundan oldukça önemli bir çalışma. 2002’den bu yana yoksulluk araştırmalarına hem kapsamlı bir kaynak hem de metodolojik anlamda önemli bir açılım ve örnek oluşturuyor.

Yoksulluğun ‘açlık’ (ya da son dönemlerde sosyal medyada gördüğümüz akıllı telefona sahip olup olmama) haliyle eş anlamlı tutularak anlaşılamayacağını; farklı katmanları olan, çok boyutlu, gittikçe çeşitlenen bir durum olarak ele alınması kitabın ana vurgusunu oluşturuyor. Araştırmanın yapıldığı dönemde, “kriz öncesi yoksul olan ve ‘kriz’ geçtiğinde de yoksul olmaya devam edecekler” ile yapılan mülakatlara dayanan çalışma “Türkiye’de kent yoksulluğunun siyasal ve kültürel formasyonunu çözümlemeyi hedefliyor”. Bu çalışmada yoksulluğu anlamak için, bir dönem solun değerlerinin, dayanışmanın filizlendiği yoksul mahallelerin bugüne gelinen noktada ‘öteki’ olarak görüldüğü, dışlandığı siyasal ve kültürel süreçlerin Türkiye’deki toplumsal ilişkilere etkisi önemli bir başlangıç noktası olarak karşımıza çıkıyor.

Bu çalışma, yoksulluğu yalnızca ekonomik bir kategori olmaktan çıkartmakla kalmıyor, toplumsal ilişkilerin değişimine etkisini de irdeliyor. Görüşme yapılan kişilerin öznel düşüncelerini teorik zeminde tekrar değerlendirerek, yoksulluk konusunu kadın, mekân, milliyetçilik, dinsellik, siyaset, kimlik kategorileri içerisinde değerlendirerek yoksulluğun farklı görünümlerini açığa çıkartıyor. Bu kitapta; Aksu Bora, Kemal Can, Ahmet Çiğdem, Ömer Laçiner, Ersan Ocak ve Mustafa Şen de yoksulluğun çok katmanlı ve çeşitli görünümlerini açıklamada Necmi Erdoğan’la birlikte yer alıyor.

Çalışma 2001 yılında yapılmış olmasına rağmen bugünü anlamak için de hâlâ önemli bir kaynak. Özellikle de içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında çok daha değişken ve dramatik bir hâl alan yoksulluk sorununu anlama çabasında olanlar için kıymetli bir çalışma olarak yerini koruyor.