Türkiye’de yoksulluk derinleşiyor. Bu koşullar altında, sağlıklı olmak mümkün mü? Gıda takviyesi ve vitaminler ne kadar gerekli? Diyet trendleri ve popüler tavsiyeler ne kadar doğru? Uzmanlara sorduk.

Yoksulluk sağlığın önünde en büyük engel

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF

Sağlıklı yaşam endüstrisi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her geçen gün büyüyor. Televizyonlarda vitamin ve gıda takviyesi reklamları, sosyal medyada diyet koçlarının önerileri; bu endüstrinin propagandasıyla sarmalanmış durumdayız. Diğer yandan toplumda obezite oranları yükseliyor; market rafları, içinde katkı maddeleri bulunan sağlıksız ürünlerle doluyor. En önemlisi, giderek derinleşen yoksulluk, yoksunluğa dönüşürken halkı sağlığından ediyor.

Bu koşullar altında, sağlıklı olmak mümkün mü? Gıda takviyesi ve vitaminler ne kadar gerekli? Diyet trendleri ve popüler tavsiyeler ne kadar doğru? Gıda enflasyonu, gıda güvenliğini nasıl etkiliyor?

Tüm bunları konusunda uzman isimlere sorduk. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı, Türk Obezite Vakfı Başkanı Prof. Dr. Taner Damcı, Diyetisyen Özge Hacıraifoğlu Bayraktar ve İzmir Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Uğur Toprak, sağlıklı yaşam endüstrisinin sağlığımız üzerine etkilerini BirGün’e anlattı.

RASTGELE KULLANIM DOĞRU DEĞİL

Türkiye’de sağlıklı yaşam endüstrisinin şu sıralar en popüler ürünlerinden biri gıda takviyeleri, vitaminler. Sağlıklı yaşam için gerçekten bu kadar çok vitamine ihtiyacımız var mı?

Diyetisyen Özge Hacıraifoğlu Bayraktar’a göre, rastgele takviye kullanımı doğru değil: “Öncelikle bir tahlille vitamin ya da mineral eksikliğine bakılması en doğrusu. Eksiklik varsa nedenleri araştırılmalı. Kişi eksiklik yaşanan vitamin ya da mineralden zengin besinleri sıklıkla tüketiyor mu? Egzersiz yapıyor mu, yeterli süre güneş ışığından yararlanabiliyor mu? Ya da bu maddelerin emilimini değiştirebilecek bir ilaç alıyor mu? Tüm bunlar değerlendirildikten sonra uygun bulunan ürünleri almak/hayat tarzını değiştirmek en doğrusu. Gıdalardan aldığınız vitamin ve minerallerin emilim oranı takviyelerden çok daha yüksektir.”

yoksulluk-sagligin-onunde-en-buyuk-engel-881679-1.
Diyetisyen Özge Hacıraifoğlu Bayraktar

Gıda takviyesi adı verilen ürünlerin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından onaylandığını hatırlatan Dyt. Bayraktar, onay yetkisinin Sağlık Bakanlığı’na geçmesi gerektiğinin altını çiziyor.

KİRLİ PAZAR: GIDA TAKVİYESİ

Küresel ölçekte gıda takviyesi pazarının değeri 2020’de 140,3 milyar dolar. Pazarın 2028’e kadar yüzde 8,6 oranında büyümesi bekleniyor.

‘Sağlık Ararken Aldatılmak’ kitabının yazarı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Taner Damcı, bu pazarın kirliliğine dikkat çekiyor:

“Sağlıklı ve daha sağlıklı olmak elbette harikadır. Herkesin bunu istemeye hakkı var. Ancak bu kirli bir pazar da yarattı: Gıda katkısı pazarı. Burada, satılan ürünlerle her türlü hastalıktan korunabileceğiniz konusunda çok çeşitli katmanlardaki satıcılar tarafından ikna ediliyorsunuz. Artık çantalarında kendilerini kanserden, damar hastalıklarından, yaşlanmaktan, Alzheimer hastalığından koruduğunu sandıkları renkli kutulu parlak haplar ve sıvılarla dolaşan insanlar var. İlaç kullanmaya karşı olduklarını söyleyen bu insanların doğal olduğunu sandıkları bu ürünlere kolayca ikna olması da günümüz toplumunun çelişkilerinden biri. Ayrıca bu ürünleri kullanıyor olmak; kendimize önem verdiğimizin, sağlığımıza dikkat ettiğimizin bir göstergesi olarak da kabul edildiği için bir toplumsal statü simgesi olarak kabul edilebiliyor. Hatta ürünlerin pahalı olmaları bu durumun bir yansıması olarak çekiciliklerini artırıyor.”

yoksulluk-sagligin-onunde-en-buyuk-engel-881680-1.
Türk Obezite Vakfı Başkanı Prof. Dr. Taner Damcı

TAKVİYE BİZİ DAHA SAĞLIKLI YAPMAZ

New England Journal of Medicine’da yayımlanan bir araştırmaya göre, ABD’de her yıl 23 bin kişi gıda takviyeleri nedeniyle acil servise başvuruyor. Prof. Dr. Damcı da gıda takviyelerinin olumsuz etkilerine karşı uyarıyor: “Bedenimizde eksik olmayan herhangi bir şeyi fazlasıyla almak bizi daha sağlıklı yapmaz. Tersi olabilir. Bu gıda katkılarının içindeki aktif maddeler ve dolgu maddeleri çok önemli sağlık sorunlarını tetikleyebilir.”

Damcı’ya göre, “bugün az çok dengeli beslenen bir insan hiçbir gıda katkısı almadan sağlığını koruyup yükseltebilir.”Son dönemde çok popülerleşen kollajen haplarına da değinen Damcı, bu hapların yaşlanmayı durdurma etkisinin olmadığını vurguluyor: “Ciltte ve bağ dokusunda yaygın olarak bulunan bir protein olan kollajeni katkı olarak kullanmanın cildimizin yaşlanmasını durduracağı beklentisi çok anlamsız. Böyle bir etkisi yoktur. Ayrıca ağızdan aldığınızda kollajen olarak emilemez ve protein yapısında olduğu için mide bağırsak sisteminiz onu aminoasitlere parçalar. Yani herhangi bir protein almış olursunuz.”

GLUTENSİZ PAZARI

Prof. Dr. Damcı’nın detaylandırdığı önemli konulardan biri de glutensiz beslenme trendi. Damcı, tüm dünyada yıllık 20 milyar dolara ulaştığını söylediği glutensiz gıda pazarının, uzun vadede birey ve toplum üzerindeki etkilerini şöyle anlatıyor:

“Toplumda çölyak hastası ve gluten duyarlılığı olan bireylerin sıklığı yüzde 1’in altındadır. Bu kişilerin glutensiz beslenmesi gerekir. Ancak toplumun büyük bir çoğunluğunda böyle bir durum yoktur. Gluten, buğday gibi çok yaygın kullandığımız tahılların içindeki bir proteindir. Gluteni mönümüzden çıkarmak, beslenmemizde köklü bir değişime yol açar. Yiyebileceğimiz gıdalar büyük ölçüde kısıtlanır. Bunun yerine konulan yiyeceklerin de çok tüketilmesi uzun sürede olumsuz sonuçlara yol açabilir.”

Çölyak hastaları için glutensiz ürünlere gereksinim duyulduğunun altını çizen Prof. Dr. Damcı’ya göre, glutensiz ürünlere rağbet edilip bunların yüksek fiyatlarla satılması, kalitesiz ürünleri de beraberinde getiriyor ve çölyak hastalarının sağlığı için bir tehdit oluşturuyor. Damcı, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Yüz binlerce kişide onlarca yıl süren izlem çalışmalarında gluteni az tüketen insanlarda kalp damar hastalıkları sıklığının arttığı gösterildi. Bunun iki temel sebebi olabilir: Birincisi glutenli ürünlerin yerine koyduğumuz diğer yiyeceklerin fazla tüketilmesinin olumsuz etkisi. Diğeri ise tahılların kalp ve damar sağlığını koruyucu etkisinden uzak kalmak.”

Dyt. Bayraktar ise 2011’de Prof. Peter Gibson ve Jessica Rose Biesiekierski’nin yaptığı araştırmaya dikkat çekiyor. Bayraktar’a göre, glutensiz gıda endüstrisinin çok büyük bir pazara dönüşmesi, söz konusu araştırmanın “gluten hastalık olmasa bile alerjiyi tetikleyebilir” şeklindeki ön sonucunun paylaşılması sonrasına denk geliyor. Ancak 2013’te araştırma bittiğinde sorunun gluten olmadığı açıklanıyor. “Gelin görün ki kimse bu çalışmaya aldırış etmedi” diyor Bayraktar ve devam ediyor: “Glutensiz beslenmek için gluten içermeyen paketli ürünleri tercih edenler daha çok katkı maddesi, eklenti şeker ve yağ tüketmiş oluyorlar. Bu katkı maddelerinin bazıları bağırsak mukozasını tahrip ederek daha çok alerjiye sebep olabiliyor.”

KARBONHİDRAT KORKUSU

Toplumda yer eden başka bir algı ise karbonhidrat içeren besinlerin zararlı olduğu yönünde. Prof. Dr. Damcı, “Karbonhidrat korkusu da gluten korkusuna benzer ve paralel olarak toplumda iyice yaygınlaştı. Ağzına karbonhidrat sürmemeye çalışan insanlar var. Bu da açıkça sağlığa zararlı” diyor ve ekliyor: “Karbonhidratlar insan türünün temel besinidir. Enerji gereksinimimizin büyük ölçüde karbonhidratlardan karşılanması gerekir. Karbonhidrat derken kastettiğimiz basit veya rafine şeker değil. Kompleks karbonhidratlar ve özellikle tahıllardan söz ediyoruz. İnsan elbette gereksinim duyduğundan fazla ne yerse yesin kilo alır. Bu karbonhidratlar için de geçerlidir. Karbonhidratsız beslenmenin, daha doğrusu onların yerine protein ve yağı fazla tüketmenin uzun vadede kalp damar, böbrek hastalıkları ve bazı kanser türleri için risk faktörü olduğu tıbbi literatürde açıkça gösterilmiştir.”

GERÇEKLİKLE İLGİSİ YOK

Prof. Dr. Damcı, son zamanlarda artan bir trend olan diyet koçlarıyla ilgiliyse şunları söylüyor: “Hiçbir bilgisi, eğitimi olmayan veya kısa süreli uyduruk kurslarla sözüm ona sertifikalar almış kişilerin insanların sağlığını yönetmeye kalkması, ürünler ve kavramlarla insanların sağlığına ve kaynaklarına adeta saldırması, söylenen şeylerin doğru olmasından çok ikna edici ve çarpıcı olması… İşte birey olarak kendimizi bunlardan korumamız gerekiyor. Çünkü toplumda yaygın olarak doğru zannedilen kavramların çoğunun gerçeklikle ilişkisi bulunmuyor.”

GEÇİNEBİLMEK İÇİN SAĞLIKSIZ BESLENİYORUZ

Bütün bu sağlıklı yaşam propagandasına karşın toplum sağlığı önünde çok önemli bir engel var: Yoksulluk. Dyt. Bayraktar’a göre, günümüzde yoksulluk, sağlıklı beslenmeyi imkânsız hale getiriyor:

“İnsanlar artık sadece gününü kurtarmaya çalışıyor. Aileler geçinebilmek için fiyatı düşük, işlenmiş, eklenti şeker içeriği yüksek gıdaya yöneliyor ve çok az miktarlarda sağlıklı sayılabilecek yiyecekle günlerini geçiriyor; yani kalori ya da eklenti şeker yönünden yüksek olsa bile vitamin, mineral, protein, lif yönünden fakir bir beslenme sürdürüyor.”

Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Taner Damcı’ya göre de yoksulluk sağlığın önündeki en büyük engellerden biri: “Bu yalnız beslenme değil, sağlığı ilgilendiren diğer unsurlar açısından da geçerli. Yoksulluk ile sağlık ilişkisi parabolik bir eğri gösterir. Çok yoksul insanların gelirlerindeki küçük bir artış veya yaşam koşullarındaki bir iyileşme tüm sağlık parametrelerine yansır. Bunun yiyecek bulma, barınma, ısınma, korunma gibi temel gereksinimlerin karşılanması ile ilgisi vardır.”

OBEZİTE TEHLİKESİ

Bir diğer önemli konu da obezite. Dyt. Bayraktar’ın hatırlattığı veriler çarpıcı: Obezite, günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra gelen ikinci en önemli nedeni. 1980’den bu yana Avrupa’daki obez kişi sayısı ortalama 3 kat arttı. Türkiye 2020 verilerine göre Avrupa’daki 53 ülke arasında obezite sıralamasında birinci. Obezleşme hızı ise Avrupa’nın 2 katı.

Damcı’ya göre, “obezite sıklığı da çok yoksullarda daha az olmakla beraber, yoksulluk sınırları içinde de artma eğiliminde. Özellikle gelişmiş ülkelerde... Yoksul insanlar tek tip, dengesiz ve enerji yoğunluğu yüksek gıdalarla beslenme eğilimindeler.”

GÜVENLİ GIDA İNSAN HAKKIDIR

Gıda fiyatlarındaki artış ve toplumdaki yoksullaşma, gıda güvenliğini de tehdit ediyor. “Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış, yurttaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor” diyen İzmir Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Uğur Toprak’a göre, bu durum yurttaşın gıda alışverişinde öncelikli olarak fiyat kriterini baz almasına ve hangi ürün, nerede ucuzsa oraya yönelmesine neden oluyor. Bu durumun iki sonucuna dikkat çekiyor Toprak: “Birincisi neredeyse hammadde fiyatına satılan ve merdiven altı veya kayıt dışı şekilde uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri, ikincisi ise taklit ve tağşiş (bir ürünün içine başka madde karıştırılması). Her iki durum da halk sağlığı açısından risk.”

yoksulluk-sagligin-onunde-en-buyuk-engel-881681-1.
İzmir Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Uğur Toprak

Toprak sözlerini şöyle sürdürüyor: “Taklit ve tağşiş ile mücadelede elbette ifşa etmek, denetimleri artırmak, caydırıcı ceza vermek önemli. Ama ülkemiz için asıl önemli nokta işin sosyoekonomik boyutu. Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk Ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda çoğu zaman saatlerce bekliyor. Çünkü 5 kuruş dahi hane bütçesi için oldukça önemli. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Sonuç olarak rahatlıkla diyebiliriz ki; enflasyon, sabit bir geliri olan ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcıdır.”

ADİL DAĞILIM OLMADIĞI SÜRECE…

Şu an dünyada herkese yetebilecek kadar gıda bulunduğuna fakat halen dünyanın azımsanmayacak kadar büyük bölgelerinde açlık yaşandığına dikkat çeken Toprak, “ Yeterli miktarda gıda bulunsa da adil dağılım olmadığı sürece dünyanın belli bölgelerinde ne yazık ki açlık yaşanmaya devam edecek” diyor. Açlığın yanı sıra obezite sorununda da ciddi bir artış gözlendiğini belirten Toprak, “Bunun nedeni de fazla gıda tüketiminin yanında sağlıksız gıda tüketimlerinin artması. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalı” diye konuşuyor.

Toprak’a göre iklim değişikliği, tarımsal verim düşüklüğü, tarım arazilerinin azalması, tarım girdi fiyatlarının artması, artan gıda enflasyonu, alım gücünün düşmesi, uygulanan yanlış tarım politikaları gıda güvencesini tehdit ediyor. Tarımsal ürün ithalatının ihracatı aşması, tohum dâhil dışa bağımlı bir ülke haline gelmemiz ise gıda egemenliğini sıkıntıya sokuyor. “Hemen her gün rastladığımız gıda zehirlenmesi haberlerini, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taklit ve tağşiş yapan firmaları ifşasını, kayıt ve kontrol dışı gıda üretiminin hâlâ var olduğunu ve yapılan denetimlerin yetersizliğini göz önünde bulundurursak ülkemizde gıda güvenliğinin sağlandığından da söz edemeyiz” diyor Toprak.

ETKİN DENETİM ŞART

Peki, ne yapmalı? İzmir Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Toprak’ın yanıtı şöyle: “Denetimlerin etkin bir şekilde yapılabilmesi için Bakanlık bünyesinde gıda mühendisi istihdamı artırılmalı ve ‘Yetkilendirilmiş Gıda Danışmanlığı Sistemi Projesi’ acil olarak hayata geçirilmelidir. Yaşamak nasıl bir insan hakkı ise sağlıklı, güvenli ve yeterli gıdaya, uygun fiyatlarla sürdürülebilir bir biçimde ulaşabilmek de bir insan hakkıdır. Bunu sağlamak da kamunun en önemli görevlerinden biridir.”