Bu darbe mağduriyeti dedikleri ve sürekli darbe mağduriyeti yaratmaya çalıştıkları şey de temelde tamamen çürük. İşin kötü yanı muhalefeti de inandırmış vaziyetteler. Sanki Türkiye’de halk mağdur olduğu zaman sadece mağdur olduğu için birilerine gidip oy veriyor, onları iktidar yapıyor. Oysa mağduriyet dediğinizde bu ülkenin siyasi tarihinde asıl mağdur olan,w çok çok mağdur olan sol ve sosyalistlerdir. 1980 darbesinde, önceki darbelerde, kontrgerillanın hedefi olan, cezaevlerinde yıllarca işkence gören, katledilen, mezarları dahi bulunamayanlar sol, sosyalistlerdir. Yani inanılmaz bir acı yaşanmıştır, mağduriyet yaşamışlardır.

Yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların iktidarı

YUSUF TUNA KOÇ

104 emekli amiralin bildirisinin ardından darbe çağrısı olduğundan zevzekliğe kadar pek çok şey yazılıp çizildi. Gazeteci, Yazar Timur Soykan’la bu bağlamda 104 amiralin bildirisini, içerde ve dışarda yarattığı etkileri ve sonrasını, AKP’nin ittifak politikasını konuştuk. İyi pazarlar!

►İlk olarak sormak istediğim 104 emekli amiralin bildirisine dönük zevzeklik, darbe girişimi, ifade özgürlüğü gibi birçok ifade kullanıldı. Fakat bildirinin demokratik açıdan ne olduğunu bir kenara bırakırsak bu bildiri hem içerde hem dışarda ne tür bir kaygının sonucu olarak ortaya çıktı?

Aslında ilk olarak bu amiraller bu konuda son derecede uzman isimler. Yani dünya görüşü olarak onlardan çok farklı düşünsem bile şunu teslim etmek gerekiyor bu amiraller, bu bildiriyi -onlar duyuru diyor- imzalayanlar özellikle Türkiye’nin jeopolitiği, Türkiye’nin uluslararası ilişkileri ve Türkiye’nin Karadeniz’deki, Akdeniz’deki, Ege’deki hakları gibi pek çok konuda uzun yıllar eğitim almış, bu askeri ekolde yetişmiş kişiler. Ben geçmişlerine de baktım eğitimleri nasıl ne konuda uzmanlaşmışlar, nerede eğitim görmüşler diye orada çok sayıda ismin uluslararası ilişkilerde doktora yaptığını, Karadeniz jeopolitiği hakkında uzmanlaşıp yüzlerce konferans verdiğini hatta yurtdışındaki üniversitelerde Amerika’da Fransa’da pek çok farklı ülkede görev aldıklarını biliyoruz. O yüzden şunu söyleyebiliriz bu kişiler Montrö konusunda son derece yetkin, akademik anlamda da çok yetkin. Belli ki bu isimler bir politika değişimini öngördüler. Yani bir sorun olduğunu gördüler ve Montrö’nün tehdit altında olduğunu düşündüler. Çünkü bildiriyi sadece Kanal İstanbul’la da sınırlamadılar, Amerika’nın bu konudaki açıklamalarını -Karadeniz’e dair, Amerika’nın rahatsızlığına dair-, Ukrayna’da Rusya’yla NATO’nun karşı karşıya gelişini ve oradaki gelişmeleri de muhtemelen değerlendirdiler. Hatta Romanya’da Amerika’nın öncülüğünde yapılan bir tatbikat da var. Bunları analiz ettiklerinde ve Kanal İstanbul’la birleştirdiklerinde, bir de üstüne Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un sonradan yalanlamış olsa da içerisinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin de geçtiği bir soruya “Cumhurbaşkanı'nın istediği her antlaşmadan teknik olarak çekilebileceğini” söylemesi üzerine bir kaygı duydular ve bunu son derece demokratik bir hak olarak ifade ettiler.

Bir diğer başlık da bir amiralin, bir dergâhta görüntülerinin ortaya çıkmasıydı. Bunlar haklı kaygılar. Duyuruyu okuduğunuzda da bundan bir darbe iması çıkartmak için baya ciddi komplo teorisyeni falan olmak lazım. Ama tüm bu yaşananlar aslında yani AKP’nin 20 yıllık siyasal İslam iktidarının sonunda bütün vaatlerini tüketmiş bir halde olmasından kaynaklanıyor. Bir çıkmaz da görüyorlar kendilerini. Ve bu da doğru bir tespit. Sadece 3Y’ye karşı mücadele diye gelen (3Y: yolsuzlukla, yoksullukla, yasaklarla) AKP şuan yasaklar konusunda işte Boğaziçi’nde öğrencilerin boğazını sıkan, fikrini söyleyenleri içeri atan, basın özgürlüğünü tamamen yok etmiş olan bir yasaklar zinciri bir baskı sistemi oluşturmuş vaziyette. Yoksulluk deseniz ülkenin hali ortada, ekonomik olarak ciddi bir bunalım yaşıyor. Ayçiçek yağına alarm takıldı, çocuk bezleri tekli olarak satılıyor, halk ekmeklerin önünde kilometrelerce kuyruklar oluşuyor. Böylesi bir yoksulluk bıraktılar bu ülkeye ve üstelik kasası bomboş bir ülke bıraktılar. Üçüncü Y’ye geldiğimizde yolsuzluklar konusunda Türkiye bir çöküş, bir bataklığın ortasında yani ülkeyi çökertecek artık ülkenin varlığını tehdit edecek bir beka sorunu haline gelmiş bir yolsuzluk sistemiyle karşı karşıyayız. Çünkü yolsuzluk yapanların yanlarına kâr kaldığı, yolsuzluk yapanların yargılanmadığı ve bu yağmanın, bu yolsuzluk sisteminin bütün ülkeyi ele geçirdiği bir çöküş bir bataklık içindeyiz. Bütün bunlarla sıkışmış AKP kendini sürekli aynı taktikle ayakta tutmaya çalışıyorlar. Diyor ki bana karşı darbe ihtimali var. Bir darbe korkusu yaratıyor. Ülkeyi yönetemediği için devasa bir algı aygıtıyla bu sistem kurulmuş vaziyette. Devasa algı aygıtı konuşan herkesi susturabilecek bir canavara dönüştürüldü Saray eliyle. Dikkat ederseniz Erdoğan’dan sonra aslında protokolde onlarca kişi sonra olmasına rağmen Fahrettin Altun, İletişim Başkanı devletin 2 numarası gibi konuşuyor. Hayatında bir tane oy almamış, seçime girmemiş sadece atanmış olan, hiç siyasi başarısı olmayan, milli iradenin kendisine hiç yetki vermediği bu kişi en yetkili kişi oluyor, en çok konuşan kişi oluyor ve operasyonları da o başlatıyor.

Amirallerin bildirisi de haklı kaygılarını ifade ettikleri ve son derecede demokratik haklarını kullandıkları bir bildiri akıl almaz bir şekilde çok kötü bir piyasa olarak toplumun önüne bir darbe korkusu olarak sunuldu. Biraz önce dediğim gibi bu ancak kötü bir piyes olabilir. Bildiriyi okuduğunuzda içeriğinde bir şey yok. Sorduğunuzda nereden çıkartıyorsunuz ima edildiğini dediğinizde 2-3 kelimeyi niyet okuyarak söylüyorlar. Sonrasına bakıyorsunuz gece saati açıklandı diyorlar. Sırf bunlarla öyle bir algı oluşturuyorlar ki ellerindeki sistemle, toplumun bir kesimini ikna etme rolüne soyunuyorlar ama inanın kimse inanmıyor.

Bu noktada bu darbe mağduriyeti dedikleri ve sürekli darbe mağduriyeti yaratmaya çalıştıkları şey de temelde tamamen çürük. İşin kötü yanı muhalefeti de inandırmış vaziyetteler. Sanki Türkiye’de halk mağdur olduğu zaman sadece mağdur olduğu için birilerine gidip oy veriyor, onları iktidar yapıyor. Oysa mağduriyet dediğinizde bu ülkenin siyasi tarihinde asıl mağdur olan çok çok mağdur olan sol ve sosyalistlerdir. 1980 darbesinde, önceki darbelerde, kontrgerillanın hedefi olan, cezaevlerinde yıllarca işkence gören, katledilen, mezarları dahi bulunamayanlar sol, sosyalistlerdir. Yani inanılmaz bir acı yaşamıştır mağduriyet yaşamışlardır. Baktığınızda bu ülke o kadar vicdanlı değildir yani bu solcular niye bu kadar acı çekti, asıl bu solcular mağdur demez yani. Onun için darbe mağduriyeti söyleminin bunlara toplumsal destek yarattığı olay bir gerçeğe dayanmıyor. Aksine bu sahici bir yalan. Ülkenin sağ siyasetinin kendileri söz konusu olduğunda, kendi mağduriyetleri söz konusu olduğunda kendi tabanlarını coşkulayabildikleri ve ülkedeki sağ seçmenin buna çok teşne olduğu bir zemin ama işin kötü yanı muhalefetin de buna inanıyor olması. Yani muhalefette aman bunlar mağdur olur, aman bunlar olduğu için oy kazanırlar, güç kazanırlar gibi bir algıya sahip. Alakası yok. AKP sadece o mağduriyeti yaratmıyor, AKP aksine güç gösterisi yapıyor. AKP bu darbe bildirisinde olduğu gibi diyor ki konuşanı sustururum. Bana karşı herhangi bir reaksiyon olduğunda, toplu bir tepki olduğunda işte Boğaziçi’nde öğrencileri sabaha karşı evlerini basıp, tekmelerle kaplarını kırıp gözaltına almaları gibi 'Sen de konuşursan ben seni de gözaltına alırım, gözaltı süreni de uzatırım' gibi bir noktaya getiriyorlar. Hatta bunun şöyle örneği de var geçmişte yaptıkları belki de bu soruşturmayı genişletecekler. Kumpas davlarında olduğunda gibi çok daha fazlasını gözaltına alacaklar, tutuklayacaklar. Ciddi ciddi, CHP’nin bu işin arkasında olduğuna yönelik hem Erdoğan’ın hem Süleyman Soylu'nun söylemleri ortaya çıkıyor belki oraya kadar sürükleyecekler. Daha önce de yaptılar. Ve işin garip yanı bu amiraller de o işin mağdurlarındandı. Mağduriyet diyorsak ki AKP'nin darbe mağduriyetinden bahsediyorsak AKP iktidardayken şuanda gözaltında olan askerler 3.5 yıl boyunca kumpas davalarda hapis yattı. Cezaevinde kanser tedavisi görenler oldu, arkadaşları öldü, Ali Tatar intihar etti. Bir amiral çocuğuyla görüş yaptığı sırada beyin kanaması geçirip öldü. Bu askerler 3.5 yıl boyunca hapiste kaldılar sonra 18 yıl ceza aldılar. Yargıtay onayladı. Sonra işte Anayasa Mahkemesi kararıyla 3.5 yıl sonra 'Aa pardon aslında FETÖ varmış, FETÖ de size kumpas kurmuş' dendi. Aslında o davaların savcısı Erdoğan’dı. O davaların savcısı olan Zekeriya Öz’e zırhlı aracını veren de Erdoğan. O davanın siyasi ayağını oluşturan AKP idi. Bu mağduriyetleri yaşayan insanlar çok benzer bir taktikle hapsediliyorlar. Buna karşılık aman AKP mağdur olacak, iktidar güç deneyecek biz bunlara zevzek diyelim gibi noktalara giden bir muhalefetle karşı karşıyayız. Burada yapılması gereken o kadar net ki, o kadar göz önünde ki. Herkesin konuşma hakkı var, herkesin kendini ifade etme hakkı bar. Bir tehlike gördüğünde bunu söyleme hakkı var.

AKP’nin zaten o çöküşü engellemek için demokrasiden tamamen koptuğu süreçte o demir yumrukla yönetme biçimi için elverişli, onu önünü açabilecek muhalefeti daha da susturabilecek, o algı makinasını daha da güçlendirebilecek bir yöne sahte uydurma delillerle veya niyet okumaya dayanan iddianamelerle bu süreci yönetmesi muhtemel. Ben şöyle diyorum ama bu uyduruktan darbe söyleminin kıytırıktan kahramanları dolu ortalık. En kötüsü ve en sinir bozucusu bu. Yani düşünün Erzincan 34. Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü bile açıklama yapıyor. O açıklama yapıyor, yetmiyor Kadıköy’deki Orman İşletmesi Müdürlüğü yapıyor ama en kötüsü Jandarma açıklama yapıyor daha kötüsü Yargıtay’ın bir üyesi A Haber'e katılıp –hâlâ üye, hâlâ görevde o askerler gibi emekli değil- bir yandaş kanalda hukukun kurumsal olarak tepki vermesi gerektiğini söyleyebiliyor. O kadar absürt bir durumla karşı karşıyayız ki Danıştay, Yargıtay açıklama yaptı.

Yani bunlar artık tek adam rejiminde bu ülkenin çivisinin çıktığını artık hiçbir kurumun işlevinin kalmadığını, Erdoğan’ın bir parmak şıklatmasıyla bütün herkesin bu parti devletinde nasıl sıraya girdiğini gösteren bir olay yaşadık. Ama işte bu aslında olmayan bir darbe tehlikesine karşı AKP kendi saflarını sıklaştırmak ve aynı zamanda devlet kurumlarını kendi etrafında nasıl hizalandığını göstermek için bir adım atmış oldu.

►Biraz daha geriye dönecek olursak AKP’nin 7 Haziran sonrası ve temel olarak da 15 Temmuz sonrasında bir ittifak değişiminde bulunduğu, bu ittifakı işte MHP’yle özetliyoruz ama onun dışında da ulusalcı kanatla özellikle yan yana geldiğini görüyorduk. Bu amiral bildirisinde aslında bunun da bir yanıyla bozulmaya başlandığını, sayılan amirallerde özellikle Mavi vatan vurguları gibi şeyleri yan yana koyduğumuz zaman AKP’nin 15 Temmuz sonrası yaptığı söylenegelen ittifak tekrar bir değişime uğradı diyebilir miyiz?

Şöyle bir durum var yani birincisi, AKP tüm iktidarı boyunca bir ittifaklar hareketi oldu. Yani hiçbir zaman tek bir parti gibi hareket etmedi aslında bir tarikatlar ittifakıydı zaten. İkincisi, ilk döneminde yine FETÖ ile uzun bir ortaklık süreci devam ettirdi. Bu anlamda Erdoğan çok gariptir gerçekten örneğin Has Parti kuruldu böyle işte Numan Kurtulmuşlar falan bir yol alıyorlardı onları hemen alıp içine kattı, Süleyman Soylu’yu içine kattı. Kendine alternatif merkez sağ oluşmaması için ve tek çatı altında birleştirmek için çok cesur hamleler yaptı aslında. O anlamda bir kapsayıcılık geliştirdi. 15 Temmuz’dan sonra ulusalcılarla ve MHP ile aslında bir ittifakını başka bir boyuta taşıdığını görüyoruz. 7 Haziran’la Kasım arasındaki süreçte o bir çözüm sürecinden bambaşka bir karaktere bürünmesi sürecini bize gösterdi. AKP’nin şansı onlar için siyaset yapmanın çok kolay olması. Mesela çözüm süreci dediklerinde bütün kitlesini barış sürecine ikna edebiliyor. O zaman çözüm sürecine destek yüzde 70’ti. Şimdi yapsanız o anketi herhalde yüzde 15-20 civarında çıkar diye düşünüyorum. AKP’nin öyle bir şansı var ki biat üzerine konumlanmış, liderini ne derse desin biat eden bir oy tabanına sahip. Dün barış deyip bugün savaş dese bütün kitle o yöne dönebiliyor. Ve Erdoğan büyük bir dönüşüm yaşadı, 7 Haziran’dan sonra. Bunu da çok açık ifade etti. 'Biz yapıyoruz bu açılım sürecini HDP yüzde 13 oy alıyor' dedi. Yani kendi oy kaybettiği için bu süreci sonlandırmak istediğini çok açık ifade etti ve sonlandırdı da zaten. Ondan sonra da tamamen milliyetçi muhafazakâr bir çizgiye gitti. Bakın kimliksiz siyaset bu işte. Normalde yıllarca ümmet diyerek, biz milliyetçiliği ayaklar altına aldık, diyebiliyor. Böyle bir ümmet siyaseti, siyasal İslam üzerinden bir siyasi yol çizebiliyor ve birdenbire sonradan değişip herkesten daha milliyetçi bir çizgiye dönebiliyor.

Başkanlık sistemine geçildikten sonra orada yer kaparak bir şekilde Erdoğan’ı etkileyebileceğini düşünen kesimler oluştu. 'Yetmez ama Evetçi’lerin çok büyük sorumlulukları var bu yaşadığımız süreçte, ulusalcılar onlara laf söyler ama ulusalcılar o zaman yetmez ama evetçilerin yaptığından daha fazla Erdoğan’ın yanında konumlanan ve bu anlamda seküler laik duyarlılıktan bile vazgeçmiş durumdalar. Yani çelişkileri akıl alır gibi değil bu kadar çelişki içinde AKP bu kadar keskinleşirken, bir yandan da kendi içinde bulunan tarikatların siyasetine bu kadar teslim olmuşken oralarda durabilen ve kendini ulusalcı olarak tanımlayan insanların varlığını da görebiliyoruz. Biraz önce senin de söylediğin gibi o amiraller de A Haber’de ATV’de Mavi Vatan’ı anlatıyorlardı. Hatta bir anlamda bir temasları söz konusuydu ama şunu her zaman görmek gerekiyor Erdoğan her zaman ittifaklar yapar işine geldiği sürece onu devam ettirip daha sonra da bir şekilde onları tasfiye eder.

Ama burada şöyle bir şey var: O sarıklı amiral, dergâhta namaz kılan sarıklı amiral aslında en fazla darbeyi çağrıştırması gereken bir fotoğraftır o. Baktığınız zaman çünkü bu ülkeden bir darbe girişimi yeni oldu ve o darbe girişimini yapan cemaatti. Orada örgütlenmiş, yapılanmış bir kişiyi mehdi olarak gören hoca efendi olarak gören askerlerin merkezinde olduğu bir kalkışmaydı. F16’yı kullanan “mehdi için” diyerek füze düğmesine bastı ve Meclis'i bombaladı. Senin aklına sarıklı amirali görünce darbe korkusu gelmiyor ama emekli amiraller açıklama yaptığında darbe aklına gelebiliyor.

Bir yanda başkanlık sisteminde ulusalcılarla teması da gösteren şöyle bir şey var bütün siyasi kimlikler çok aşınıyor. Çünkü 50+1 diye bir gerçek var. Yani yüzde 50 alacaksın üstüne bir tane daha oy alacaksın. Bu ittifakları zorunlu kılan bir siyaset sahnesi yaratıyor ve bu sahnede bir arada durabilmek için herkes kendi siyasi ideolojisinden, kimliğinden tavizlerle kendi kimliğini kaybediyor. Yani AKP’ye baktığınızda MHP’den bir farkı var mı, hiçbir farkı yok. MHP’nin de AKP’den bir farkı yok. Seküler duyarlılıkları devam ediyor mu acaba MHP’nin? O anlamda bütün partilerin kimliklerinin yontulduğu aslında siyaset sahnesinde böyle mecburi ve gerçek söylemlerin oturtulamayacağı bir süreç yaşıyor. Ama buradaki en büyük hata bence biraz önce söylediğim gibi muhalefetin gücünün farkında olmaması yani bu ülke ikliminde ekonomi bu haldeyken emekçiler bu haldeyken ölümüne çalıştırılırken açlık sınırında milyonlar varken bu ülkede sol bir siyasete bu kadar ihtiyaç varken ve sol bir siyasete inanılmaz bir potansiyel varken bunu kullanılamaz bir durumda olunması gerçekten de çok üzücü ve düşündürücü.