Sözün özü, devletin kurduğu ve her yıl daha da geliştirdiği sistem dezavantajlı gruplara zarar verir hale gelmiş durumda. Gözden çıkarılan, yalnızlaştırılan bu çocukların ve ailelerinin nasıl bir gelecek tahayyülü olabilir?

Yoksuluk döngüsünü besleyen okullar
Uzaktan eğitim döneminde yoksul çocuklar eğitimden oldukça uzaklaştı. (Fotoğraf: İHA)

Ayşe ALAN

Eşitsizliğin katmanlı bir olgu olduğunu çeşitli vesilelerle görüyoruz. Eğitim, bu eşitsizliklerin katmanlarının en billurlaştığı alanlardan biri. Yoksulluk, cinsiyet, etnik kimlik gibi katmanlar eşitsizliğin derinliğini farklılaştırıyor. Çeşitli toplumsal grupların uğradığı ayrımcılıklar öğrencilerin eğitime erişiminden tutun, mesleki yönlendirmeye, okulu bırakma sorunundan, çocuk işçiliğine uzanan bir yelpazede yaşanıyor. Bu durumun Türkiye’deki önemli göstergelerinden biri merkezi yerleştirme sınavlarının her yıl daha da kötüleşen sonuçları.

Her yıl kısa süreli olarak haber gündemi olan lise ve üniversite sınav sonuçlarının, birkaç istatistiki veri ve sansasyonel haberin ötesine geçebilecek derinlikte analizlerinin yapılması ve bu farklı derinliklere büyüteç tutulması önemli çünkü bu sınav sonuçlarının arka planında görünenden çok daha fazla anlam içeren bilgi ve veri var.

LGS’nin gösterdikleri

Bu yıl LGS’ye 1 milyon 236 bin öğrenci girdi ve bu öğrencilerin sadece 193 tanesi tam puan aldı. Öğrencilerin yüzde 9,93’ü 400-500, yüzde 7,70’i 100-199 puan aralığında. En yoğun puan aralığı ise yüzde 56,04 ile 200-299 aralığındaki düşük puan bandında.

LGS, her geçen yıl öğrenci ve veliler için daha önemli hale geliyor. Bu önemin arkaplanında eğitim sisteminde son on yıldaki değişimler ve özellikle lise eğitimi niteliğindeki dramatik gerileme var. Sınava giren öğrencilerin sadece yüzde 14’ü sınavla öğrenci alan okullara girebilecek. Düşünün ki bir ülkede Nitelikli Okullar diye bir tanımlama var. LGS ile bu okullara giremeyen öğrenciler adrese dayalı sistemle evlerine yakın 'niteliksiz' okullara yerleştirilebiliyorlar. Eğitim, bir çocuk için ailesinden daha iyi bir sosyo ekonomik katmana terfi edebilmenin bir yolu olmaktan hızla çıkıyor.

Devlet ne işe yarar?

Mevcut sosyo ekonomik yapıyı kendi haline bırakmak, alt sınıfları aynı sınıfta kalmaya mecbur etmektir. Çocuğa aileden bir sınıf kaderi miras kalır. Oysa, bugünün sosyal devleti, kamusal kaynaklarla sürdürdüğü eğitim ve sağlık hizmetlerini nitelikli bir şekilde sağlamak ve bu sayede, alt sınıflar içinde yer alan 'potansiyel insan kaynağı'nın dönüşümüne alan açmak için vardır.

Sosyal bir devletin en temel görevi eşitsizlikleri giderecek fırsatlar yaratmaktır. Bunu yap(a)madığında yoksulluk, tıpkı ülkemizde olduğu gibi, bir kısırdöngü haline gelir. MEB verilerine göre, anne ve babası ilkokul mezunu olan ve sosyo ekonomik açıdan dezavantajlı konumda bulunan öğrenciler ile anne ve babası üniversite mezunu olan öğrenciler arasında 2020 yılında 117 olan puan farkı 2022 yılında 126 puana yükseldi. Bu durum açıkça gösteriyor ki, bugünün Türkiye’sinde eğitim sınıf değiştirmenin bir yolu olmaktan çıkmıştır.

Eğitim bir sosyo ekonomik dışlama aracına dönüştü

Sanırım geldiğimiz noktada en acısı okulun bir sosyo ekonomik dışlanma aracı haline gelmesi.

Mevcut durumda devlet yoksulun çocuğunu aşağıya çeken, onu daha da sert koşullara mahkûm eden mekanizmayı yaratan yapı olarak karşımıza çıkıyor. Ne demek istiyorum?

Kapitalist toplumlar zaten doğası gereği eşitsizliklerden faydalanarak kendini devam ettirir. Ülkemizde de eğitim sisteminde eşitsizlikler yıllardır süregelen bir sorun oldu. Ancak dezavantajlı ailelerin okumaya hevesli çocuklarının kendilerine daha çok alan açabildiği bir sistem vardı. Oğlum/kızım okuyacak doktor olacak, mühendis olacak sözünün bir karşılığı vardı. Verilerin de gösterdiği üzere, her geçen yıl böyle bir sınıf atlama çok daha zor hale geliyor.

Yoksulluk kaderi yayılıyor

Elbette bunun bir boyutu ekonomik kriz. Kötü ekonomik koşulların bu sonuçlarda büyük bir etkisi var. Bırakın kursa göndermeyi, aileler çocuklarına test kitabı dahi alamaz hale geldiler. Bir öğrencinin LGS ya da üniversite sınavı için test kitabı ihtiyacını karşılamak bile yüksek meblağlar gerektiriyor. Pandemide bu farklılığı çok daha derin yaşadık, etkisi hâlâ sürüyor. Online özel ders alan, özel okula giden öğrenciler merkezi sınavlarda açık ara öne geçti. Büyük çoğunluk bırakalım kurs ya da özel dersi, kendi okul derslerini dahi öğrenemediler. Adını koyalım; yalnız bırakıldılar, gözden çıkarıldılar.

Konunun diğer bir boyutu ise eğitim kalitesi. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin sonunda yapılan LGS’de başarılı olmak için mevcut okul sistemindeki eğitim çok yetersiz. Bu yüzden de tek hazırlık kaynağı okul olan yoksul çocuklar bir kere daha kaybediyor.

Okul artık yoksulluktan kurtulmanın bir aracı değil

Sözün özü, devletin kurduğu ve her yıl daha da geliştirdiği bu sistem dezavantajlı gruplara zarar verir hale gelmiş durumda. Gözden çıkarılan, yalnızlaştırılan bu çocukların ve ailelerinin nasıl bir gelecek tahayyülü olabilir? Tam da bu yüzden okuldan kopma verilerini de çok yakından takip etmek, hatta çocukların okula dair düşünceleri ve beklentileri üzerine kapsamlı bir araştırma yapmak gerekiyor. Böyle meselelere kısa vadeli bir konu olarak yaklaşılmaz. Bu tür kökleşmiş sorunlar geçici politikalarla çözülmez.

Yakın zamanda tanıştığım bir lise öğrencisi 11’inci sınıftan itibaren açık liseye geçeceğini söyledi. İstediği bir okulu kazanamamıştı ve bir meslek okuluna gidiyordu. Okulunun verdiği eğitimden memnun değildi. Okula gitmek için harcadığı yol parasını ve sadece tost ve ayrandan oluşan öğle yemeğini işçi olan babasının karşılayamaz hale geldiğini anlattı. Böyle binlerce çocuk var. Bu, yazının başında bahsettiğim ayrımcılığın katmanlı olma durumunu gösteren örneklerden bir tanesidir ve yazık ki epey yaygın yaşanan bir durumdur. İşte, devletin yoksulluk döngüsünü besleyen mekanizma böyle işliyor.