250 günü çoktan geçti. Flormar’da sendikalı oldukları için işten atılan çoğu kadın 132 işçinin direnişi aylardır sürüyor. Ağır çalışma koşullarına, düşük ücrete, patron ve temsilcilerinin kötü muamelelerine karşı anayasal hakları olan sendikaya üye olmak için adım attıkları anda işçilerin hayatları değişti. Yönetim önce sendikalaşmayı engellemek için örgütlenmeye öncülük eden işçilerden başlayarak gruplar halinde işten atmaya […]

250 günü çoktan geçti. Flormar’da sendikalı oldukları için işten atılan çoğu kadın 132 işçinin direnişi aylardır sürüyor.

Ağır çalışma koşullarına, düşük ücrete, patron ve temsilcilerinin kötü muamelelerine karşı anayasal hakları olan sendikaya üye olmak için adım attıkları anda işçilerin hayatları değişti. Yönetim önce sendikalaşmayı engellemek için örgütlenmeye öncülük eden işçilerden başlayarak gruplar halinde işten atmaya başladı. Ardından sadece direnişe ilk çıkan işçi arkadaşlarına alkışlayarak, el sallayarak destek verenleri işten attı.

Yıl döndü, mevsim değişti işçiler hâlâ direniyor.

Onlara yenileri katılıyor. Hafta başında bu kez İkitelli Şehir Hastanesi inşaatında çalışan binlerce işçi, her tür baskıyı göze alıp, düzgün yemek ve insanca çalışma koşulları için eylem başlattı. Aynı, içlerinde sendikaya üye olanların gözaltına alındığı 3. Havaalimanı işçileri gibi…

Onların yaşadıkları, hepimizin, koskoca bir ülke olarak hepimizin yaşadığının aynısı…

Flormar işçileri, Anayasal hakları olan sendikaya üye olmayı istediler. Patron “Anayasal hak da neymiş” dedi. Rejimin değiştiği Türkiye’de, ülkeyi yönetenlerin anayasayı yok saymada eşik atladığı günlerde, kolayca ve neredeyse hiçbir karşılığı olmadan anayasayı bir kenara fırlatabildiği günlerde, işçilerin anayasal hakkını şirket patronu da önemsemeyiverdi işte…

O yüzden Flormar işçisinin yaşadığı, senin, benim, onun, hepimizin yaşadığıdır, aynı zamanda… Hepimizin her an ağırlığını hissettiğimiz ekonomik krizin nedeninin tam da bu yaşananlar olduğunu da söze döken de yine Flormar işcileri.

Direnişlerinde, iktidara söyledikleri bir söz var: “Yoksuluz çünkü siz varsınız!”

Nefis bir özet. Artık saklanamayacak kadar açık ki, iktidar, kurduğu rejimi, kimin yoksullaşacağına, kimin servetine servet katacağına dair bir tercihe dayandırdı. Bu tercih kendisine yakın yüzde 1’lik yandaş rantçı sermaye karşısında, yüzde 99’un yoksullaşması anlamına geliyor. Bu tercih milyonların işsiz kalması anlamına geliyor. Milyonların, geçimini sağlayabilmek için borç yükü altında ezilmesi, sadece kendisinin değil, çocuklarının ve hatta torunlarının bile aynı kadere doğması anlamına geliyor. İktidar ve bu iktidarın kendi varlığını sürdürebilmek için dayandığı rejimin temeli de işte budur. Onlar bunu biliyor.

Herkese de anlatıyorlar: Yoksuluz çünkü siz varsınız! İşsiziz çünkü siz varsınız!, Sadece bugünümüz değil, geleceğimiz de yok oluyor, çünkü siz varsınız!

Üstelik bu cümlede ve eylemliliklerinde, bu rejimin dayandığı hukuksuzluk ve tüm demokratik düzeni yok sayan anlayışın da yoksulluğa, işsizliğe, yokluğa yol açtığını bir çırpıda söyleyiveriyorlar.

Tüm baskılara rağmen, lapa lapa karın altında, sular seller gibi yağan yağmurda, eksi 5 derece soğukta ısrarla aylardır sürdürdükleri direnişleriyle anayasal hak mücadelelerinin aslında ekmek mücadelesi olduğunu haykırıyorlar.

Anayasal hakları bir kenara fırlatıp atıldığında, haklı taleplerine işten atılarak yanıt verildiğinde, her şey normalmiş gibi yapamazlardı. Yapmadılar da… Bunun kendileri için yaşamsal bir an olduğunu gayet iyi biliyorlardı.

Flormar direnişcileri “Anayasa da neymiş” diyenlere ve işleyişlerini bunun üzerine kuranlara, anayasal hakkın ne olduğunu, nasıl savunulacağını kendi yaşamlarıyla gösterdiler, gösteriyorlar aylardır…

Onlar gereğini yaptılar. Haksız, hukuksuz, kanunsuz tutuma uzlaşmayla yaklaşmadılar. Karşı çıktılar. Haklarını savunacak direnişin adımını attılar.

Ve hepimize de hatırlattılar: Teslimiyet değil, kabulleniş değil, direniş güzelleştirir.