Yokuşun dikine koşan adam: Erhan Gökgücü

Tuncer Yığcı

On üç yıl önceydi. KESK’in Sıhhiye’deki eyleminden dönüyorduk. Menekşe Sokak’a yeni kıvrılmış, yokuşun başında yürürken geleneksel Erhan Gökgücü iddiacılığı boy gösterdi. Dans yarışmasındaki birinciliği, kara kuşağı derken atletizmdeki başarılarını ballandırmaya başladı. “Var mısın yarışa?” derken startı almıştı bile. Menekşe Sokak’ın asfaltının dili olsa da söylese. Yokuşun ilk metrelerinde zorlamamaya niyetlendim. Bir süre yan yana mutedil koşarsak rekabet kızışır demeye kalmadan bizimki atıldı mı ileri doğru. Karşı hamleyi yaptım, yakaladım ve geride bıraktım. Yarım dönüp baktım, vazgeçmeye niyeti yok. Fosur fosur içtiği sigaranın dumanı sanki başka ciğere gitmiş, nefesi fıldır fıldır ensemde. Menzile yaklaşmışken Eren (Aysan) bağırdı arkamızdan. “Tuncer, yeter öldüreceksin adamı!” Finişi Eren’e cevabı yapıştırarak geçtim. “İyi ya işte, kurtuluruz!” Bu söz üzerine ihtiyar delikanlı yarışın son metrelerini kahkahalarla tamamladı. Son hecesini belli bir edayla vurguladı, “Alçaaak!” kelimesinin. Sarıldık birbirimize. Her sarıldığında olduğu gibi kemiklerimin haddinden fazla esnediğini hissettim.

1987’de açılan Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun kurucu müdürüydü. Çiçeği burnunda bir oyuncuyken kesişti yollarımız ilk kez. Sonraki yıllarda pek çoğuyla karşılaştığım, diğerlerine benzemeyen bir müdürdü. Müdür demek lafın gelişi. On beş saatlik bir yolculuktan sonra Trabzon’a adımımızı atar atmaz yokuşun başındaki halini ilk kez gördüm. Salt bir tiyatronun sanat yönetmeni değil amelesi gibi inşaatın içindeydi. Hatta tiyatronun müdürüyle görüşmek için gelen birinin karşısına bu haliyle çıkınca müdürlüğünü kanıtlamak için terine ter katması gerekmişti. Bize tiyatroyu gezdirdi otobüsten iner inmez. En az özen gösterilen sahne arkası yaşam alanımıza bağışla elde ettiği tam otomatik bir çamaşır makinası koydurmuştu. Lojman inşaatı bitmek üzereydi. Bir hafta on gün içinde perdeyi bir daha hiç kapanmasın umuduyla açtık.
İkinci oyunumuz Kısmet’in yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu aynı kişiydi: Müdür Erhan Gökgücü. Mesleğinin baharında ilkeleriyle çelişen yönetim anlayışı nedeniyle Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılmıştı. Özel tiyatrolarda tutturduğu yokuşlu yolu dönüş yaptığı Devlet Tiyatrosunda devam ettirmeye kararlıydı demek ki. Onunla ikinci oyunum olan Savunma’da beni şaşırtmaya devam etti. Öfke ve sevgi aynı anda olabilir, bir arada kardeş kardeş yaşayabilirmiş, bunu anladım onunla ilk kez. Tiyatroyu yıkacakmış gibi bir bağırtıyla rejisör koltuğunu devirip salonu terk eden de oydu, aynı günün akşamında beni rakı içmeye götüren de. Tıfıl bir oyuncu olarak dediğini yapamayınca öfkeden kudururcasına yeri göğü inleten de oydu, başardığım zaman sahneye fırlayıp kemiklerimi kırarcasına kucaklayan da. Rejisör olarak istediğini almadan oyuncunun peşini bırakmadı. Ne kadar derinde olursa olsun oraya kadar indi ve cevheri oradan çıkardı.

yokusun-dikine-kosan-adam-erhan-gokgucu-690529-1.

İkinci sezon görevi tamamladığını düşünerek Ankara’ya döndü. Benim de Ankara’ya dönmemle birlikte çalışmaya devam ettik. Beş oyunda rejisörlüğümü yaptı. Duyguların seferber edildiği oyunculuk sanatında, düşünselliğin ne denli önemli olduğunu belletti daima. Başım ilk derde girdiğinde savunmamı yazdırdı. Özel hukuka dayalı nitelikleri nedeniyle yetmiş yıldır gel- gitlerle çalkalanan ödenekli tiyatro macerasının içinde tek başıma çıkarttığım Anayasa Mahkemesi kararı ile belli bir yasal dönüşümün oluşmasında ilk harcı o koydu. Görüş ayrılıklarımız da oldu elbette. Sanat uzun hayat kısa kıssasının içinde olup bitti hepsi.
Son yokuşu adaleti ararken koşuyordu. Kalbi tekledi. Düştü. Beni son kez izlediği ve gözyaşlarıyla kucakladığı Suç ve Ceza’daki rolümü oynadıktan sonra hastaneye koştum. Arnavut inadı baskın çıkar dedik ama… olmadı. Erhan Gökgücü hafiften meyilli toprağın koynunda sonsuz uykusunda artık. Öğrettikleri ve kattıklarıyla bende yaşamaya devam edecek.