Yol ve Director’s Cut Masalı Üzerine…

Basit ve açık bir soru? Yol’un yönetmeni kim? Şerif Gören. Yönetmenin kurgusu denilen eseri kim yapabilir? Yönetmen. Şu ana kadar Şerif Gören versiyonu yapıldı mı? Hayır.

İkinci olarak: Yılmaz Güney’in Yol filminin başlangıçtaki projesi neydi. Arefe ve Bayram. Yani iki filmden oluşacaktı senaryo. Önce izne çıkacaklar, sonra da orijinal senaryoya göre Kurban Bayramında izindeyken hayatları “mahvolacaktı”. Kurban olan mahkumların kendisiydi.

Peki, bu iki filmlik projede 11 Mahkumun hikayesi niye çekilemedi? Hem bütçe, hem zaman, hem de siyasi nedenlerle. Bu 11 mahkumu 6 mahkumun hikayesine kim dönüştürdü? Şerif Gören. Niçin o altı mahkumu seçmişti? Üç nedenle, takvim açısından filmin bitebilmesi için, ikinci olarak ise coğrafik koşullara göre bir yolculuk hattı üzerindeki mahkumları seçmişti, üçüncü olarak belirli sahneler siyasi nedenlerle o darbe koşulları altında çekilirse, başının derde gireceğini düşünüyordu.

Kurguda ise Güven Şengil’in oynadığı karakter çıkarıldı. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi o karakterin hikayesi dramatik olarak filme uymuyordu, her biri trajik bir hikayeye sahip karakterlerin yanında, yoz bir karakterin hikayesi filmin bütünlüğüne uymuyordu. İkinci olarak ise o karakterin hikayesi iyi oynanmamıştı. Bütün bunları söylerken, hem Yılmaz Güney’in kurgusunu, hem de 6. karakterin hikayesi çekilmiş halini seyretmiş olarak söylüyorum. Yoksa o karakterin çıkarılması zamansızlıktan olmadı, bunu söylemek yalan olur, çünkü o karakterin hikayesi kurgulandı, bitirildi, o versiyon denendi. Sonuçta çıkarılmaya karar verildi, yani ham halinde ondan vazgeçilmedi, yapıldı, bittikten sonra çıkarıldı.

Şimdi Yol’un tarihine baktığımızda, Yılmaz Güney seslendirmenin bütün aşamalarında bulundu, sesleri seçti, müziği yaptırdı ve onayladı. Ama Yılmaz Güney’in versiyonunda, elinde istediği sesler olmadığı için orada o koşullarda elinde ne varsa onunla idare etti diye sonradan bir şehir efsanesi türetildi. 17 yıl sonra Türkiye’de yeniden seslendirmeye gidildi. Bu versiyonu da seyrettim, sonuç korkunçtu. Tamamen filmin sanatsal niteliğinden uzaklaşmış, tamamen “özenti” hali vardı, mesela Rutkay Aziz’e hapishanenin hoparlörden duyurusunu yaptırmak, mesela Erdal Özyağcılar’a Seyit Ali’yi seslendirmek gibi kabul edilmesi imkansız şeyler yapılmıştı. Karakter ile sesin uyumsuzluğu her halinden belliydi. Böylelikle doğulu ve hayatın ötelediği yıktığı karakterlerin seslerini Türkiye tiyatrosunda ve sinemasında yıllarca emek vermiş ve İstanbul Lehçesi içinde pişmiş isimlerle seslendirince, sonuç çok ciddi bir yabancılaşmaya yol açmaktaydı. Bu versiyon, en son İstanbul Film Festivali'nde gösterildi. Hatta şu önermeye dayanılarak filmden Yılmaz Güney’in sesi de çıkarılmıştı: Yılmaz Güney elinde olanaklar olsaydı, hapishanenin mahkumlara yaptığı ve otoriteyi temsil eden konuşmayı seslendirmezdi! Heyhat, Yılmaz Güney bilerek ve isteyerek onu seslendirdi, kendi sesi, lehçesi ve yorumu o duyuruya mükemmel uyuyordu ve Yılmaz Güney kendi eserini iyi yapmak istiyordu, incikli boncuklu pozitif karakterlere can veren şirin çocuk olmak değil. Eser onundu, hayatında çok önemli yeri vardı, rüyalarındaki Anadolu gerçeğini sinemaya aktarmaktan başka derdi de yoktu: Bu film onun için siyasi iktidarla hesaplaşma filmiydi çünkü!

Bugün yeni bir evreye daha geldik: Çünkü Yol filminin Donat Keusch versiyonu Cannes’da gösteriliyor! Ama gelin görün ki tümüyle sanat dışı gayelerle, tümüyle yenilenme süreçleri sanatın katledilmesine dönüşmüş biçimde, daha da önemlisi re-cut ve post-prodüksiyonu ahlaki olmayan ilişkilerle şekillendi. Filmin hem kurgusunda çalışmış hem de maddi destek sağlamış olan Nuray Şahin ve Zeynel Demir zaten bunları açıkladılar. Yılmaz Güney’in hayatının projesi bir İsviçreli kurnaz köylü olan Donat’ın ellerinde maddi emellere kurban ediliyor. Festivalin ise kendilerine iletilen bütün bahanelere rağmen, bir yandan ödül alan versiyona, bir yandan da bu yeni versiyona bakmadan, yenisini göstermesi, söylenilenlerin doğru olduğunu kabul etmesi için hiçbir estetik yeterlilik yok.

Gerçek anlamda Yol’un Yılmaz Güney dışındaki tüm versiyonları, bir sanatın katledilmesin çeşitli örnekleridir: herkesin kendine göre bir mazereti var. Ama unutmayalım şu gerçeği: “Bir sanatçı ikili bir ölümle karşı karşıyadır. Amansız ve anlamsız olan kendi ölümü, bir de yetersiz kişilerin eline geçmiş sanatının ölümü” (Ingmar Berman)

Türkiye’den değişik insanların aralarında Türkiye’deki bir festival gösterimi de olmak üzere, değişik yerlerde, Donat’ın söylediği yalanları dinleyip, bunlara karşı sus pus olması, Donat’ın istediği süreci yalanlarla süsleyerek anlatması sürecinde destekleyici bir sessizlik utanılacak bir pratik haline geldi. Unutmayın, Donat bir tüccardır, bir sanatkar değil, zaten bütün ömrü boyunca Yol’u yiyip bitirmek ve bir mirası çarçur etmek için çalışıp durdu, hayatında da Yol dışında hiçbir önemli sinema eseri olmayan birisi. O mirasın tek sahibi olmak için her türlü mazereti ve yalanı söyleyebilecek birisi. Peki, bu kadar cüretli yalanları nasıl söyleyebilir: derin bir cahilliği süsleyebilecek bir uyanıklık arasındaki ilişkiye dayanarak, her kapıda o duruma uygun bir başka yalan üretmeyi becererek.