Yaşar Kemal, hepimizin bildiği gibi 92 yıl boyunca halktan, bir metre uzaklaşmamış. Bütün solcular gibi sıradan insandan taraf. İnsanları hiç bir zaman ayırmamış ama temel olarak omzu ve cebi kalabalık olanlarla işi olmamış…

Yoldaşımız Yaşar Kemal

Bir can arkadaşımız vardı, rahmetle analım, Nokta dergisinin Nokta dergisi olduğu zamanlarda Ankara büronun başındaydı, Erdal Kılıçoğlu, rakı sofrasında tartışırken karşısındakini şöyle azarlardı: “Hiç Yaşar Kemal okumamış gibi konuşuyorsun.”
Bu, pek çok anlama gelmekle beraber temel olarak şöyle yorumlanırdı: Çok üstten bakıyorsun olaya. Kibirlisin. Halk adına karar veriyorsun. Sıradan insanı küçümsüyorsun.

Ben, tam bu anekdotu, ve Yaşar Kemal yazsam da nasıl yazsam diye düşünürken editörüm, titiz kardeşim Selçuk aradı: “Abi Yaşar Kemal yapıyoruz bu hafta. Şu yazıyor bu yazıyor. Sen de Yaşar Kemal yazar mısın?” “Onur duyarım” deyiverdim.

Bu kararı vermişken sosyal medyada gözüme bir çizim ilişti. Güzel arkadaşım Aydan Çelik’in harikulade bir Yaşar Kemal illüstrasyonu. Tam Aydan’a, “Yahu Aydan şunu kullanabilir miyim bu Pazar?” diye mesaj atmayı düşünürken Aydan’dan mesaj geldi: Bu Pazar Yaşar Kemal yazacaksan çizim senindir. Azıcık metafizik eğilim sahibi olsam Selçuk’un telefonu ve Aydan’ın e-postasından neler neler çıkarırdım.
Selçuk’a yazarım dedim demeye de, neredeyse bütün usta yazarlarımız teker teker Yaşar Kemal yazmışken, sevgi ve saygı sel olup akmışken kolay mıydı? Canım sabahlara kadar Yaşar Kemal güzellemek ister. Ama rakı sofrası değil ki bu, rakı köşesi.
Öyle rakı anılarını derleyip toplamak, en azından sadece bunu yapmak da gelmedi içimden.

Bir gireyim bakayım dedim arşivlere ne olup bitmiş diye. Girmez olaydım. Çıkamadım. İki gündür Yaşar Kemal’le ilgili çıkmış yazıları, onun söyleşilerini, romanlarını kurcalıyorum. İki cümle bakayım diye dalıp elli sayfa okuyup çıkıyorum. Sayfalarca not çıkardım. Neticede yazacak o kadar çok şey var ki bu sefer seçip de yazamıyorum. Hala Yaşar Kemal’e olan saygımda sevgimde artacak yer varmış. O kontenjandan yedim.
Korkunun ecele faydası yok. Nihai olarak yumdum gözümü açtım maceralarla kurtarılmış bilgisayarımı.

Milliyet Gazetesi’ndeki çok binlerce Yaşar Kemal haberlerinin ilki 24.05.1952 tarihli. Sanat Hareketleri köşesinde Küçük Dergi üzerinden hazırlanan yazıda bir “genç yazar” olarak “Memet ile Memet isimli hikaye Yaşar Kemal’in; uzun ve tasvir ölçüsünü çok fazla kaçırmış” diyor. Bununla da kalmayıp “konuşmaları da tasvir endişesi tertiplemiştir” diyor. Sonra mahalli telaffuzlara fazla yüklendiğinden şikâyet ediyor. Genç Yaşar Kemal’e sağlı sollu girişmiş sandınız değil mi? Yaşar Kemal taze ama hala Yaşar Kemal. Kötü davranmak bir yere kadar. Hepimize tanıdık gelecek şu cümlelerle bitiyor eleştiri: “Fakat bunlar hikayeyi hem de zevkle, okumamıza engel olmuyor. Zira içindeki hayat bize yakın ve canlı.”

Sonra kısa zamanda İnce Memed çıkıyor ve Kemal, dünyaca tanınıyor. İşler Nobel’e namzetliğe kadar gidiyor.
Yaşar Kemal, hepimizin bildiği gibi 92 yıl boyunca halktan, bir metre uzaklaşmamış, solcu bir Kürt. Bütün solcular gibi sıradan insandan taraf. İnsanları hiç bir zaman şu sucu bu börekçi diye ayırmamış ama temel olarak omzu ve cebi kalabalık olanlarla işi olmamış… Buna mukabil onu herkes sevmiş o ne yapsın? Cenazesine Abdullah Gül’ün gelmesi boşuna değil. 1952 yılından yaptığım alıntının dediği gibi Yaşar Kemal eserlerinin içindeki hayat hepimize o kadar yakın ve canlı ki tıpkı Ahmet Kaya gibi sağcılar dahi Yaşar Kemal’den vazgeçemiyorlar. 10.10.1960’da, yani 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, “Yassıada’dan ilk resimler” başlıklı haberde Celal Bayar’ın önündeki iki kitaptan birisi İnce Memed.

Yaşar Kemal seven sağcılar demişken bir de Mehmet Barlas alıntısı yapalım: “Bizde değerli romancı Yaşar Kemal de eski başbakan Süleyman Demirel de aynı konuları ele alırlar. Ama Yaşar Kemal’e göre Çukurova’nın sorunu ağalık, sömürü, adaletsizlik, topraksızlık, yoksulluktur… Demirel ise Çukurova’nın sorununu sulama, enerji, baraj, yol, tarım ıslahı olarak görür.” (16 Ocak 1986, Milliyet).
Bu kadar Kürt ve sosyalist düşmanının yaşadığı bir ülkede bir kaç dikkat çekmeye çalışan zibidi dışında kimsenin bu sosyalist Kürt hakkında kötü cümle kurmaması bir tesadüf olabilir mi? Hayır. Bu homofobik ülkenin travesti Zeki Müren aşkına benzer bu. Bazı insanlar özeldir. Onlar bizatihi dokunulmazdır.

Peki, rakı Yaşar Kemal’in neresinde durur? Yaşar Kemal’in romanları hayatla ilgilidir. Rakı da hayatın göbeğindedir. Dolayısıyla her romanının içinden bir şekilde rakı geçer. Yaşar Kemal kendisi de sık sık meyhaneye gider. Çiçek Bar’a, Beyoğlu Kulis’e, Ankara Tavukçu’ya, Kör Agop’a ve başka birçok yere takıldığını biliyoruz. Masasından ünlüler hiç eksik olmaz. Tabii bu, biz takipçilerine yansıyan kısmı. Her durumda öyle rakı güzellemeleri yapan bir yazar olmamıştır. Rakı, meyhane, öyle ağaç gibi ev gibi karşımıza çıkıverir. Bakarsınız bir balıkçı barınağında, bakarsınız bir mezar başında rakı içilir. Birden bir meyhane uzunca tasvir edilebilir.

Rakı ile ilişkisini bilebilmemize pek bir olanak da yok. Yaşar Kemal sürekli haber oldu. Sadece Vikipedi’de 33 dilde Yaşar Kemal maddesi var. Dünyanın neredeyse bütün muteber gazete ve dergilerinde hakkında yazılar çıktı. Dünyadan bir yığın meşhurla ahbaplık etti. Ama öyle zırt pırt TV’lere çıkan, kendisini anlatan birisi asla olmadı.
Beni en çok etkileyen anekdotla bitireyim müsaadenizle.

Ahmet Kaya’dan şarkısını da bildiğimiz Halim Şefik’in meşhur şiiri vardır ya, Bir Kılıç Balığı’nın Öyküsü, “Satın beni, rakı için” diye biter. Ben o şiiri ilk okuduğum günden beri kılıç balığı yiyemem.

Ve rakının yanında balığa en sert davranan ikinci yazar da Yaşar Kemal’dir. Deniz Küstü romanında Balıkçı Topal Hasan, oltada çırpınan balığı oltadan şu şekil alır: “-Bu gece seni hangi deyyus yiyecek güzelim?- der içini çeker, balığı ölçer sonra da ya denize ya da livarına atardı. Balığı denize atacaksa yüzü sevinçten bir çiçek gibi açar, şahadet parmağının ucuyla balığa dokunur, sonra onu denize bırakırdı. Topal Hasanın elinde olsa, şu lanet geçim, ekmek parası olmasa tuttuğu yerden balıkları denize bırakırdı. Şu bütün Marmaranın balıklarını tutar tutar gerisin geri denize salardı. Her gece zengin deyyuslar, zıkkımın kökünü yesinler, onun barbunillerini rakıya meze edip yerlerken onun yüreğinden kan giderdi.”

İnsana balığı bıraktırır değil mi?