Bakanlarla ilgili, üzeri örtülen yolsuzluklar gündeme gelince, sıklıkla dini kavramlar kullanılıyor:

Haram… Helal… Mubah… Ahiret…

Ayetler okunuyor, hadislerden örnekler veriliyor. Aşağıdaki alıntılar, Bakanlarla ilgili Meclis Soruşturma Komisyonu raporunun görüşüldüğü oturumdan:

“Onun içindir ki Cenab-ı Zülcelâl Nisa Suresi’nin 58’inci ayetinde buyuruyor”

“Yine, Maide Suresi’nin 8’inci ayetinde: … Allah’tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

“Yine, Nisa Suresi’nin 135’inci ayetinde…”

 “Soruyorlar: “Ya Resulullah, kıyamet günü kim pişmanlık duyacak?” Diyor ki: “Ahiretlerini dünyaları için feda edenlerdir, bunlar pişman olacak.” “Daha fazla pişmanlık duyacak var mı Ya Resulullah?” “Evet, vardır. Ahiretlerini başkalarının dünyası için feda edenler olacaktır.”

“Sizden rica ediyorum, Allah’tan korkun. Kıyamet gününe inanıyorsanız, hesap gününe inanıyorsanız ahiretinizi başkalarının dünyası için feda etmeyin diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.”

“Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa mutlaka cezalandırırım.”

Tabii ki bu konuşmaları yapan muhalefet milletvekilleri hukuki değerlendirmeler de yaptılar. Ceza hukuku yönünden de fikirlerini söylediler. Ancak dini argümanlara başvururken muhtemelen, şu ön kabulden hareket ediliyor: AKP’li milletvekilleri (en azından bir kısmı) dindarlar ve dini inanışları gereği yolsuzluk ve hırsızlığa karşı çıkarlar! Pek naif bir düşünce doğrusu. Bakanlardan “makaracı” olanının birkaç oy daha az destek almış olması, öte yandan yolsuzluğu “Ne yaptıysam Başbakan’ın emriyle yaptım. Başbakan da istifa etmeli” diyerek suç sonrası tek itiraf edeninin en çok korunan olması dinden getirilen argümanların etkisinin sıfır olduğunu gösteriyor. Hatta AKP’lilerin dini hassasiyetleri bakımından, telefonda geyik yaparken “bakara makara” demenin, “devasa bir kayırma/yolsuzluk trafiğini yönetmekten” kayda değer bir farkının olmadığı ortaya çıktı.

İşin ilginç yanı, mahcup AKP milletvekilleri ceza hukuku kavramlarına takla attırarak da olsa, hep teknik bir dil kullandılar. Fire olarak görülen oy kaybının ise hiç te yolsuzluk eksenli olduğunu düşünmüyorum. Bir istisna hariç -ki onun da Adalet Bakanlığı’nı biliriz- açıktan yolsuzluğu eleştirenini görmedik. Bu darbe safsatasına tek birisinin bile inanması mümkün değil. En uçta düşüneni bile, Cemaat’in AKP’yi zora sokmak istediğini -hadi onların sözlerini kullanalım- darbe yapmak istediğini kabul etse bile iş yolsuzluklara gelince kesinlikle  “suçüstü yakalanmışız” diyordur.  

Dolayısıyla Bakanların Yüce Divan’a sevki yolunda AKP’ye atfedilen oylar, 40 civarındaki dürüst ya da inançlı adama yazılamaz. İçlerindeki paralelciler mi? Kendi mahallerinden olmayanlar mı? Paylaşım sorunu nedeniyle kızanlar mı? Bilemem…

Artık herhangi hukuki ya da siyasi bir tartışmada AKP’nin karşısına dini argümanlarla çıkma saçmalığının terk edilmesi gerekir. Her şeyden önce hırsızlık/yolsuzluk ve buna dair oy vermek,  bilinçli bir eylemdir. Koca koca adamların yapılanların hukuki, ahlaki ve dini anlamını bilmemeleri mümkün olamaz. Bu gibi durumlarda, dini değerlendirmeler pek yapay kaldığı gibi, dinin herhangi bir yorumuyla hareket etmenin açık çekini de, peşinen bu din bezirganlarının eline vermek anlamına gelir. Kaldı ki “kullanışlı aptalların” yerini dolduran  “kullanışlı imam” zuhur etmiş durumda. Bir fetvayla hırsızlığa “humus” deyip işi bitiriyor adamlar! Ya da “o paralar imam hatip için!” deyince kazanamayacağınız başka bir tartışmanın içine giriyorsunuz. 

Kadir Cangızbay’ın geçen haftaki yazısından bir kısmı uyarlayarak bitiriyorum. Umarım hoşgörür:

Yolsuzluk tartışmalarında söylenecek olan,“ ‘bizim dinimiz böyle bir şeye cevaz vermez’ değil, hukukumuz cevaz vermez. ‘bizim’ki veya herhangi başka bir din cevaz vermiş veya vermemiş, bana ne; ben ‘insan’ olarak, ‘yurttaş’ olarak vermiyorum.” dur.