Hırsızlık, rüşvet ve seçim yolsuzlukları maalesef yeni bir mesele değil. Antik Yunan’da ve Roma’da hırsızlık ve rüşvet ve özellikle de seçim rüşvetleri en az 2019’un İstanbul seçimleri kadar yaygındı. Bunun kanıtlarından birini Seneca’nın Lucilius’a mektuplarındaki yakınmasından görebiliyoruz. Ilımlı bir siyasi ortam diye tarif edilemeyecek antik Roma’da siyaset ve seçimler ile ilgili olarak Seneca seçim rüşvetlerinden […]

Hırsızlık, rüşvet ve seçim yolsuzlukları maalesef yeni bir mesele değil. Antik Yunan’da ve Roma’da hırsızlık ve rüşvet ve özellikle de seçim rüşvetleri en az 2019’un İstanbul seçimleri kadar yaygındı. Bunun kanıtlarından birini Seneca’nın Lucilius’a mektuplarındaki yakınmasından görebiliyoruz.

Ilımlı bir siyasi ortam diye tarif edilemeyecek antik Roma’da siyaset ve seçimler ile ilgili olarak Seneca seçim rüşvetlerinden duyduğu tiksintiyi aktarıyor. Adayların normal şartlarda yerde görseler tekme bile atmayacakları kişilerin ellerini öptüklerine, akıl almaz vaatlerde bulunduklarına vurgu yapıyor. Eminim İstanbul seçimlerini takip edenlere tanıdık gelen şeyler vardır.

Rakip olarak karşısında iktidar partisini, devletin bütün imkanlarını ve kaynaklarını bulan İmamoğlu vakasında da komik manzaralarla karşılaşıyoruz.

Sanki mizah yapmak serbest olsa yer yerinden oynayacak. Dedesinin, babasının, onun bunun ve şunun –oğlu olmak bir anda geçer akçe olmuş.

Irgat Mehmet’in, şehit Hüseyin’in falan oğlu olan yok; herkes kendince önemli ama halktan başka birilerinin oğlu olmuş.

Zira CHP adayının imam –oğlu olması kolay kolay altedilir bir şey değil. Bunun üzerine çıkmak için şeyhülislam ya da daha yüksek birinin -oğlu olmak gerek herhalde. Ama bu oğullar ve kızlar siyaseti de yeni bir icat değil belli ki.

Tarihçilerin aktardığına göre Jules Sezar’ın seçimi rüşvetle kazandığı ve aynı dönemde Cato’nun damadının seçilmesi için kesenin ağzını açtığı hatta onun için koltuğu satın aldığı iddia edilir. ‘Netekim’ damat kıyağının da tevellütü eski.

Aynı yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet konusunun tarih boyunca gündemde olduğu ve tarifi konusunda hem fikir olunduğu açık. Ülkeden ülkeye, gruptan gruba ve kişiden kişiye değişen sadece bunun ne kadarının “yasal” olarak ve ahlaki olarak kabul edilebilir olduğu.

Yaygın olarak duyduğumuz ‘beterin beteri var’ anlayışı muhtemelen Türkiye’nin durumuna uygun ve çokça dile getirilen bir yaklaşım. Ölümü görüp sıtmaya razı oluyoruz. Yine sıklıkla duyduğumuz ‘bu zaten yeterince çaldı, doydu artık, yeni bir hırsız gelirse daha çok çalar’ yaklaşımı var. Ancak ‘bu küpünü doldurdu bundan sonra az çalar’ düşüncesinin sınırlarının son dönemde zorlandığını görüyoruz.

İki yaklaşım da siyasetin yolsuzluk karşısında ‘çaresizliği’ varsayımı üzerine oturuyor. Bir yandan Sezar’dan beri böyle gelmiş böyle gidiyor demek mümkün iken öte yandan neden bazı ülkelerde bu daha yaygın diye sormadan geçemeyiz.

Dikkat ederseniz bazı ülkelerde ‘yok’ diyemiyoruz. Örneğin uluslararası yolsuzluk indeksine baktığınızda olağan şüpheliler diyebileceğiniz bazı ülkeler listenin tepesindeki yerini uzun yıllar korurken, pek çok açıdan ve özellikle siyasi pratikleri açısından gıpta edilen İskandinav ülkelerinin de aynı tablonun sonunda yer aldığını görebilirsiniz.

Patagonya’dan Freelonya’ya dünya liderleri ve asrın liderleri tarafından yönetilen ülkeler tabii ki bu ligde her daim şampiyonluğa oynuyorlar. ‘Sanayileşmiş’ ‘ileri’ ‘gelişmiş’ diye tarif edilen demokrasilerin yolsuzluk sıralamasında aşağılarda yer almasının muhtemel bir nedeni rüşvet ve yolsuzluk sanatında da sanayide olduğu kadar ilerlemiş olmaları.

Örneğin İngiltere’de rüşvet ‘neredeyse’ yok ancak bir iş insanı başbakan ile akşam yemeği yemek için beş-on bin sterlin harcayabilir. Ya da bir kaç yıl önce medyaya yansıdığı kadarıyla bir dışişleri bakanı ile tenis maçı yapmak için bazı oligarklar on bin ila yüz bin sterlin arası ‘maliyetleri’ göze alabilir.

Peki buna mahkum muyuz? Seçim her zaman çok çalan ile az çalan arasında olmak zorunda mı? Bu sorunun cevabı ne kadar iyimser ve ne kadar radikal olduğunuzda saklı. İkisinden birini seçmek zorunda değiliz ama ‘temizlik’ kendi evimizden ve sokağımızdan başlamak zorunda.

İyi haftalar ve bol şanslar