AKP’li genç bir danışmanın/büro görevlisinin lüks bir araç içerisinde kokain kullandığı görüntüler ve sonrasında ortaya dökülen yolsuzluk iddiaları önceki yolsuzluk skandallarından daha fazla etki yaratacak gibi. Skandalın AKP tabanında bile rahatsızlık yaratmasında asıl etkenin, iktidar elitlerinin temsil ettikleri/temsil ettiklerini iddia etikleri tabandan sınıfsal olarak iyice kopmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Yoksulluğun arttığı, ekonominin çöktüğü, esnafın nefes alamadığı bir ortamda açığa çıkan ilişkilerin bu sonucu yaratması kaçınılmaz.

Henüz adli sürecin başında olunmasına rağmen AKP’nin ilgili kişiyi kolaylıkla “gözden çıkarıyor” görünmesi ise ­şimdilik- skandalın üst kademelere yansımıyor görünmesi sanırım. Sosyal medya baskısı, iktidarın toplumu yönlendirmekteki manevra kabiliyetini yitirmesi ve görüntülerde kokainin olması da etkili. İktidar Zarrap ve 17-25 skandalındaki gibi ne fetvalarla ne de “imam hatip yapacaktık!” gibi bahanelerle atlatamayacak. Tabii başta muhalefet partileri olmak üzere tepki veren yurttaşlarımızın yaşananları doğru zemine oturtması halinde olacak bu.

Tam bu noktada otoriterliği aşıp faşizanlaşan iktidarın ülkeye nasıl bir büyük yalanı yaşattığını ve kapitalizm-otoriterleşme-yolsuzluk üçlüsünün arasındaki zorunlu bağı teşhis etmemiz gerek. İktidar adına konuşan Mahir Ünal’ın açıklaması ile başlayalım. Gazetecilerin sorusu üzerine: “…Hiçbir şekilde sürecin üstü örtülmeden konunun bütün detayları kamuoyuyla paylaşıldı… AK Parti’nin 19 yılını iktidarda geçirdiği 20 yıllık siyasi hayatının sırrı nedir diye soracak olsanız, bunlar şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik ve denetlenebilirliktir. AK Parti bugüne kadar bazı siyasi partiler gibi bir şeylerin üstünü örtmek yerine her şeyi kamuoyunun önünde açık bir şekilde paylaşmıştır" demiş. Sanki iktidarları döneminde Zarrap, Zencani, Man Adası, Zindaşti-Kuzu, Deniz Feneri gibi devasa yolsuzluklar olmamış ya da bunların üzerine etkin bir şekilde gitmişler, hesabını vermişler gibi.

GÖZÜ KARA ARSIZLIK

Bir de legal görünümlü yolsuzluklar var ki ucu bucağı yok; kupon araziler, kent rantları, ihale yolsuzlukları, adrese teslim ihaleler, peşkeş çekilen kamu varlıkları, vergi afları, KÖİ projeleri, maden ve enerji ihaleleri, kadrolaşmalar… Saymakla bitmez. En basiti kamu bankaları aracılığı ile verilen destek kredilerin kimlere, nasıl tahsis edildiği ve nerelere gittiğine bakılsa yeter. Şeffaflık bir yana yazan gazetecileri içeri atma, kriminalleştirme, olmadı yayın yasakları ve ticari sır bahanesi ile üzerini örtme. “Şeffaflık” dedikleri, gözü kara bir arsızlık!

MEVZUATIN HEPSİ ÇÖP

Büyük yalanın bir diğer görünümü ise mevzuat ve üst kurumlar. Çoğu neoliberalleşme ve AB sürecinde uluslararası sermaye ile bütünleşmek için imzalanmış ve kurulmuş. Uluslararası sözleşmelerden Anayasa’ya, kanunlardan genelgelere kadar -sözde- yolsuzlukla mücadele için oluşturulmuş devasa bir mevzuat var. GRECO (Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu), Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi, OECD Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi, Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun, vs. bir de eylem planları var ki birisinin adı çok fiyakalı: Saydamlığın Artırılması Ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi! Bu devasa mevzuatın hepsi çöp!

HAREKETE GEÇİLMİYOR

Üst kurullara gelince yolsuzlukla mücadele ile doğrudan ya da dolaylı ilgili birçok kurum var: Kamu Görevlileri Etik Kurulu, Kamu İhale Kurumu, Kamu Denetçiliği Kurumu, RTÜK, vs. Bunlar ise yolsuzlukla mücadelede etkin rol almak bir yana liyakatsiz atmalar ve sansürlerle göstermelik raporlarla arpalığa dönüşmüş durumda. Mücadelede en kritik mekanizma olan yargının hali ise ortada. Resen soruşturulması gereken suçlarda bile harekete geçmiyor.

Bu koşullarda yapılması gerekenlere gelince; öncelikle “devr-i sabık yaratmayacağız” söylemi terk edilmeli. Geçmiş belediye yönetimlerinin tüm usulsüzlüklerinin üzerine gidilmeli, yenilerine müsaade edilmemeli. “Şeyleri adı ile çağırıp” israf ve kul hakkı gibi hesap sormayı öte dünyaya ertelemeyi ima eden dil terk edilmeli. Kuralsızlık ve özgürlüklerin boğulmasının en çok yoksulların gündelik yaşamını zorlaştırdığını göstermemiz gerekli.

Tam da bir farkındalık sağlanmışken ayakları yere basan bir düzen/kapitalizm eleştirisi yapılarak geniş kitlelere kamucu politikalar önerilmeli. Olası ittifakların olmazsa olmazı haline getirilmeli. Sivil itaatsizlikler ve ifşaa kampanyaları ile yolsuzlukla mücadele sokağa indirilerek halka mal edilmeli.

“Kim gelse aynı şeyleri yapar” yaklaşımı yerine “bir şeylerin değişebileceği” umudu ancak böyle verilir.