Ve 7 Haziran’da zaman sıçradı.

Kulaklarımıza vantuz gibi yapışan pes sesli uğultu sonunda dinmişti.

Fiili rejim, ne olduğunu kavrayamadan Hukuk ve Anayasa ihlal mekânı olarak hafızalara çöreklenen beton Saray’ına mıhlanıp kalmıştı.

Bütün fanteziler gibi tam da gerçekleştiğine en fazla inandığı anda eriyen rezerve milli irade oy stokları, şimdi uzun erimli “kâbus” olarak onlara geri dönmüştü.

“Yeni Türkiye” şuur boşluklarından gotik tonlu “Haçlı İttifakı” çıkartıp servis ederken, cihatçı unsurlarla Sünni sınırları birleştirmekle övünüp, “Müslüman Kardeşler Milli Müfredatı” ve Küçük Asya “taşeron emek ordusuyla” 2053’e varmaya şurada kaç yıl kalmışken..

Peki ne olmuştu da tarih ve toplum dirseğini sert bir kavisle dünyanın en ölçüsüz ifrat timsali otoriter iktidarına doğru çevirmişti sorusu onlara, sahte şehzade kılıklı nesiller boyu ev ödevi olacaktı.

İşte yine bir Haziran gecesi bürokratik-despotizm, çıkar örgütlenmesi networküyle birlikte gerçek Türkiye halkının insan ve demokrasi birikimine çarparak dağılıyordu..

Tabii ki 7 Haziran’da HDP’nin destansı seçim kampanyası, 12 Eylül zihniyetini de siyasi tarihimizde ilk defa alaşağı ediyordu.

İslamcı neoliberallerin Saray gibi ardına sığındığı dünyanın en adaletsiz baraj sistemi demokratik halk kesimleri tarafından etkisiz hale getirilmişti.

Onurlu bir hayatın değerli bir hayat olduğunu kavramış Türkiye’nin siyasi tecrübe ve bilinci geniş upuzun insanlık dalgası halinde kör nefretle semirtilen tebaa kültürüne karşı dayanışmayı seçiyordu.

Totaliter mimari balkonda ise işlediği demokrasi ve anayasa suçları bundan sonra nasıl birbirinin üzerine atacağını kestiremeyen panikli gölgeler duruyordu.

Hınç dolu enerjileri tükenmişti. Kiralık tetikçileri “istikrarsızlık-kaos” çığlıkları atıp, erken seçim hayaline sarılsalar da nafileydi...

İşte bu içi “linç pratiği-kaba güçle” doldurulmuş insani duyuşu olmayan “yenilik” iddiası tarihsel faşizan kambur gibi onların sırtlarına yerleşmişti.

Diyarbakır mitinginde IŞİD organize patlamalarla çoluk çocuğu biçerken tek bir haber girmeyen “Yeni Türkiye” ve patron medyası kaşlarını kaldırmış bön ifadesiyle el pençe karşısına dizildiği Muktedir’in eski konutunu basan karafatma “saldırısına” bayağı üzülmüştü.

Kısacık ömürlerinde daha oy kullanmamış 16 yaşındaki Civan ve 17 yaşındaki Ramazan’ı Diyarbakır’da yüzlerce vatandaşımızla birlikte “karanlık çıralarca” yakılan katledilen insan olduğu bilgisi Yeni Türkiye’ye sızmazdı.

Yağma kent, talan emek gücü, azgın sömürü ve fizik bilmez çılgın projelerini “Büyük Türkiye” algısına tıkan mülk sahibinin, Başkanlık yolunda karşısına çıkan “karafatmalar” bizdik.
Ve kendi seçmeni dışında kalmış kesimleri mezhepçi/ırkçı/ maço ifade küstah aşağılama, edep fukarası üslupla hakaret etmeyi “siyaset yapmak” sanan muktedir.

7 Haziran’da kurumsallaştırdığı “milli adaletsizliğinin” bumerang gibi o sakil Saray’ın kolonlarını salladığını tecrübe ediyordu.

Fakat bu kez kaçacak mekânı kalmamış görünüyor.

Bugün 10 Haziran, mevsimsiz Hazirandayız artık, yine geceleri üst üste yıldızlar patlıyor, çocukların kabirlerinde kırmızı yediveren gülleri fışkırıyor, analarını birkaç gecedir uyku tutmaya başladı, adalet mücadelesine daha fazla inanıyorlar.

Devasa insan dayanışması sokaktan sandık müşahitliğine olgun paylaşım ve katılımla taçlanmakla kalmıyor, açılan yepyeni bir siyasi alan tüm olanaklarıyla orada duruyor.

Ve omuz omuza yürüyeceğimiz uzun bir yolumuz var.