En son onu ‘live’ olarak Salon’da dinledim diye hatırlıyorum. Ama bir arkadaşım CRR’de dinlediğini söyleyince, emin de olamadım, oraya da gitmiş miydim diye. Şurası kesin ki, eğer bir hastalığım-sakatlığım yoktuysa İstanbul’da John Abercrombie konseri kaçırmam. Gene de istediğim kadar dinleyebildiğimi söyleyemem. Ama lider olarak yaptığı albümler konusunda böyle bir sıkıntım yok.

John Laird Abercrombie, kendine güvenen bir müzisyendi ama öne çıkmaya hiç çalışmazdı. Dönem olarak John McLaughlin gibi elektro gitar öncülerinin hemen arkasından gelmişti. Ancak anlayış olarak, yorum olarak kendinden bir sonraki kuşağa, on yaş kadar küçüklerinin bulunduğu kuşağa aitti: Pat Metheny, John Scofield ve Bill Frisell gibi. Dünyanın en iyi caz gitaristleri sayılanların içinde üç tane John olması hoşuma giderdi. Ama bugün var, yarın yok. İşte elimizde iki tane kaldı: Scofield ve McLaughlin.

Öncü jazz-rock tarzını ister istemez geliştirdiğini söylerdi. Elde rol modeli yokmuş. Ne toparlayabiliyorsa toparlamış. Kendi tonunu hiç bozmadan, o lirik-şiirsel sesini korumaya çalışarak kendi kendine model olmuş. “Jack de Johnette ve Dave Holland gibi cazcılarla çalarken, çevremde ne duyuyorsam, ona cevap verdim. Bıraktım, bu ‘sound’ bana ders versin.”

Yeniyetme yaşında gitar çalmaya başladı. Önce Chuck Berry, Fats Domino, Bill Haley gibi rock’n’roll’culardan, R&B’cilerden ilham aldı. Caz gitarında ilk kahramanı, Barney Kessel’dı. Onu en fazla etkileyenler ise Wes Montgomery ile Jim Hall. Berklee School of Music’te okurken, Jan Hammer ile bir süre aynı odayı paylaşmışlar. “Boston’da bir striptiz barında çalışıyordu” diyor. “Koşa koşa gider, striptizciler sahneye çıkmadan yetişip onunla çalardım.” 1970’te New York’a gitti ve kısa sürede aranan bir cazcı oldu.

1974’te ilk albümü 'Timeless'ı DeJohnette ve Jan Hammer ile ECM’den çıkardı. iyi karşılanan bir albümdü, şimdi ise mihenktaşı olup çıktı. Son albümü 'Up and Coming' (2017) o şirketten çıktı. ECM için yaptığı ikinci albüm 'Gateway' de.

DeJohnette ve bu sefer Dave Holland ile beraberdi. Brecker Biraderler’le, trompette Randy ve tenor saksta Michael ile çalıştı. Bu beraberliği 'Dreams' ile de tekrarladı. Bu sefer kadroda Billy Cobham da vardı. Zaten daha sonra Cobham’la defalarce ortak albümler yaptılar. Herkesin beğendiği, çok iyi bir cazcı olduğu halde yeterince takdir görmediği, kadrının kıymetinin bilinmediği söylenirdi. DeJohnette bunu açıkça belirtmiştir.

Bu seçkin listenin bir heyecan verici yanı daha var. Hepsi, İstanbul’da dinleme şansına eriştiğimiz cazcılardı.

Zaman zaman birlikte çalıştığı, çok beğendiği Ralph Towner da dahil. Towner da Abercrombie’nin kadrinin kıymetinin pek bilinmediğini düşünürdü. Peter Erskine gibi Abercrombie’yle tanışmadan önce onu dinlemiş olan John Scofield ise, adaşını hem beğenir, hem severdi. “Onu ilk kez 1970’lerde dinledim. Caz gitar öğrenmeye çalışıyordum. Rock gitar seslerinden yararlansa da, caz geleneğine kesinlikle bağlı olduğunu düşündüm. Ama 60’ların yeni cazının dilini de kullanıyordu. Öyle yaratıcıydı ki. 1974’te tanıştım, iyi arkadaş olduk. New York’a taşınınca ne yapmam gerektiğini bana o öğretti” diyor.

Ama tabii ECM’nin de Abercrombie için önemi var. ECM ile otuz yıllık işbirliğinden söz ederken, “(yapımcı) Manfred Eicher’i de o kadar uzun süredir tanıyorum,” demiş. “Hâlâ onun için kayıt yapıyorum. Bunu söylemek herkesin harcı değil.” DeJohnette, Holland ve Towner da kıymetlileri arasında. "Hepsini 1970’te New York’a gelince tanıdım. Kendimi hep onlara yakın hissettim. Birlikte çalışırdık, beraber büyüdük. Çok deneysel bir dönemdi. Farklı durumlarda, yerlerde çalsak da hep bir şeyleri paylaştık. Birbirimizle teması hiç kesmedik. Onlardan birini görünce hep, 'geçmişimiz var,' diye düşünürüm. Geçmişimiz o günler işte.”

ECM bir veda yazısında, “Çok özlenecek,” demiş, duyarlı müzikalitesi, ince mizah anlayışı için. Peter Erskine’e göre ise, belki de gördüğü en ilginç, en inandırıcı, hatta en komik müzisyen. Ama müziğe karşı tavrı hep ciddiydi, o başka. Yolun açık olsun John Abercrombie.