Filmlerini defalarca izlediğiniz usta yönetmenlerin en çok hangi filmlerden etkilendiğini hiç merak ettiniz mi?

Yönetmenlere ilham veren filmler

Bizde bir adet vardır; bir röportaj esnasında bir yönetmene en çok ilham aldığı filmi sorarsanız “milli takımı tutuyorum” muadili cevaplar duyarsınız. “Şimdi tek bir filmin ismini vermek çok zor o var, bu var” derken bir şekilde bir film ismi vermekten kaçınmayı başarır pek çoğu. Evet, tek bir film ismi vermek manasız ve zordur ama şu sıralar Geoffrey Macnab’ın ‘Screen Epiphanies’ kitabını kurcalarken beni en çok etkileyen şey Scorsese’den Loach’a, Kiarostami’den Frears’a kadar pek çok usta yönetmenin çarpıcı bir şekilde tek bir film ismi verebilmeleri oldu. Bazıları pek çok filmden birden bahsediyordu ama bir filmi ön plana çıkarmayı ihmal etmemişlerdi. Bir gün Türkçe’ye de çevrilmesini dilediğimiz Geoffrey Macnab’ın röportajlardan oluşan kitabı çok basit ama çok etkileyici bir konsepte sahip: Yönetmenlere kariyerlerine ilham veren ve belki de genç yaşta izlediklerinde onların yönetmen olmaya karar vermelerinde etkili olan filmin hangisi olduğu sorulmuş. Ortaya çıkan sonuçlar ise son derece çarpıcı. Macnab’in 32 yönetmenle yaptığı röportajdan oluşan kitap, içinde bulunduğumuz yaz aylarında vizyona giren filmlerin kalitesi düştükçe düşerken, sinefillerin içindeki sinema tutkusunu tekrar alevlendirmek için mükemmel bir seçenek. Yönetmenlerin, sinemacı olmak için kendilerine ilham veren filmleri sıralamalarını okumanın keyfi bir yana, neden o filmi tercih etmiş olabilecekleri ise bir sinemaseverin zihnini günlerce kurcalayacak cinsten zevkli bir uğraş.

yonetmenlere-ilham-veren-filmler-53779-1.Beni en şaşırtanlardan biri Lars Von Trier’in cevabı oldu. Von Trier, kendi kariyerinin ilk dönemi düşünülünce çok da şaşırtıcı olmayan Tarkovsky sinemasının üzerindeki etkisini kabul ediyor ama en çok etkilendiği film olarak ‘Barry Lyndon’a işaret ediyor. Her planı son derece muazzam bir kontrolle tasarlanmış Kubrick’in 1975 tarihli filmi, Dogma hareketinin prensiplerinin tam olarak zıttı sayılmalı. Omuz kamerası, doğal ışıklandırma ve müzik kullanılmaması gibi prensipleri savunmuş bir yönetmenin ‘Barry Lyndon’dan bu kadar çok etkilendiğini duymak ilginç. Fakat şaşırtıcı olmayan şeyse ‘Barry Lyndon’ın yönetmenlik sanatının varlığını en fazla hissettiren filmlerden biri olması. Nitekim pek çok yönetmenin cevabı da farklı türlerde de olsa aynı özelliği taşıyor. Örneğin Scorsese’nin tercihi 1948 tarihli ‘Kırmızı Pabuçlar’ (The Red Shoes). Renk kullanımı, ışıklandırma, çerçeveleme ve kamera hareketleriyle eskimeyen bir başyapıt. Paul Schrader’in tercihi Bresson’un 1959 tarihli filmi ‘Yankesici’ (Pickpocket). Bugün film okullarında yönetmenlik derslerinde neredeyse temel kitapların yerine geçebilecek bir film.

Aki Kaurismaki seçtiği 1922 tarihli film ‘Kuzeyli Nanook’ (Nanook of the North) için “sinemanın sanat olabileceğini anlamamı sağlayan filmdi” diyor. Abbas Kiarostami gençliğinde en fazla etkilendiği film olarak Fellini’nin ‘Sekiz Buçuk’unu (8½) gösteriyor; Sally Potter çocukluğunda Jacques Tati’den ‘Bay Hulot'nun Tatili’nin (Les Vacances de monsieur Hulot) her planını ezbere bildiğini anlatıyor; Danny Boyle, ‘Kıyamet’in (Apocalypse Now) etkisinin çektiği her filmde hissedilir olduğundan bahsediyor. Nick Park, Hitchcock’un ‘Rebecca’sını defalarca izlediğini ve ilk kamerasını aldığında aynı Hitchcock gibi storyboard’lar çizmeye başladığını anlatıyor. Atom Egoyan, Bergman’ın ‘Persona’sının kendisi için dönüştürücü bir deneyim olduğundan bahsediyor. Anthony Minghella’nın tercihi ise Josef von Sternberg’in 1930 tarihli başyapıtı 'Mavi Melek' (Der Blaue Engel). Sayısız yönetmeni etkilemiş bir film.

Belli bir yaşa kadar izlediğimiz filmler bizlere birer sihir gibi gelir. Sanki onları detaylıca tasarlayan, yazan, resmeden bir yaratıcıları yokmuş gibi. Sonra bir gün bir usta yönetmenin filmi, kameranın arkasındaki yaratıcıyı algılamamızı sağlar. İşte o andan itibaren sinemanın gücü üzerine kafa yormaya başlarız. Yönetmenlerin tercihlerini okumak bana o keşif anını hatırlattı. Verilen cevaplardaki filmler her ne kadar bambaşka dönemlerden ve bambaşka türlerden de olsa hepsinin bir ortak özelliği var: Sinemanın bir yönetmenlik sanatı olduğunu hissettiren ve belki de onların bunu fark etmelerini sağlayan filmler.