2014 rakamlarıyla Türkiye ekonomisinin büyüme sıkıntısı yaşadığı bir kez daha doğrulandı. Yılın son çeyreğinde GSMH yüzde 2.6 oranında artınca, 2014 büyüme hızı yüzde 2.9 olarak gerçekleşti. Böylelikle 2012-2014 döneminin ortalama büyüme temposu yüzde 3.1’e düştü.

Orta Vadeli Programda 2014 yılı büyümesi yüzde 3.3 tahmin edilirken, 2015’te de yüzde 4 büyüme bekleniyordu. 2016’dan sonra ise büyümenin yüzde 5 rayına oturması öngörülüyor. Özetle, nasıl her yıl enflasyon tahminleri tutmuyor, yüzde 5 hedefi hayalden öte gitmiyorsa, büyüme de bol keseden bir atış sonrası sürekli aşağı revize ediliyor.

2014 yılındaki cılız büyümenin bileşenlerine baktığımızda, özel tüketimin sadece yüzde 1.3 artarak büyümeye yüzde 0.90 katkı yaptığını görüyoruz. Kamunun nihai tüketim harcamaları ise, yüzde 4.6 artışla büyümeyi yüzde 0.51 yukarı çekiyor. Bunu kamu çalışanları ve emeklilerin yaşamındaki iyileşmenin değil, kadrolaşmanın bir sonucu şeklinde okumak daha doğru. Yatırımlar ise bırakın büyümeyi, yüzde 1.3 daralmış. Kamu yatırımları yüzde 8.8 çakılırken, özel sektör yatırımları sadece yüzde 0.5 kıpırdanma sergilemiş. Ne yazık ki buradan da sevinilecek bir tablo çıkmıyor. Çünkü alt kalemlere göz attığımızda, 2013’te yüzde 13.6 artan makine-teçhizat yatırımlarının 2014’te aksine gerilediğini, inşaattaki yüzde 9.4 genişlemenin ortalamayı yukarı çektiğini görüyoruz.

2014 büyümesinin yüzde 61’i mal ve hizmet ihracatındaki yıllık yüzde 6.8 artıştan, diğer bir ifadeyle dış talepten kaynaklanıyor. Ne yazık ki 2015’te bu ivmenin devam etmesi mümkün görünmüyor. Çünkü Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin verileri yılın ilk üç ayında toplam ihracatın yüzde 6.8 gerilediğine işaret ediyor. Mart ayındaki ihracat ise, geçen yılın aynı ayının yüzde 13.4 gerisinde kaldı. Bu gerilemede doların avro karşısında değer kazanmasının getirdiği parite etkisi belirleyici olsa da, Irak, Rusya, Ukrayna, Mısır, Libya gibi pazarlardaki daralma da rol oynadı. Bir anlamda Türkiye’nin perişan dış politikası ihracatı da vurdu…

Konjonktürel verilerden sıyrılıp, büyük resme bakarsak, Türkiye 2002-2007 dönemindeki yüzde 6.8 ortalama büyümeyi kapitalist küreselleşmenin yarattığı dış koşullara borçludur. Sermaye akışlarının liberalleştiği bir dünya ortamında, başta Asya ülkeleri olmak üzere birçok ekonomi, gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı iç talep yetersizliğini, “ihracata yönelik büyümeyle” telafi yoluna gitti. Dolayısıyla kayda değer cari işlemler fazlası sağladı. Böylece anaakım iktisatçılarca “tasarruf bolluğu” olarak da adlandırılan küresel likidite kolaylığı Türkiye gibi ülkeleri dış kaynakların hormonlamasıyla iç tüketime yönelik büyümeye teşvik etti.

Türkiye de benzer ülkeler gibi, gelir ve servet dağılımı bozukluğunu, alt gelir gruplarını borçlanmaya özendirerek maskelemeyi başardı. Kredi kartı ve ihtiyaç kredisi borçlarının çok düşük bir borçlanma düzeyinden başlaması ilk yıllarda vahim finansal sonuçlar ortaya çıkarmadığı gibi, ekonominin hızlı bir büyüme temposu yakalamasını da tetikledi.

Artık deniz bitti, bu model tıkandı. Türkiye’nin 2013’te yurt içi tasarruflarının GSMH’ye oranı yüzde 13.4 iken, 2015’te ancak yüzde 15.2’ye ulaşması bekleniyor. Bu tasarruf düzeyiyle ancak yüzde 20-21 bir yatırım oranı sağlanabiliyor. Bu sermaye birikim temposuyla  bir ülkenin sıçrama yapması mümkün olamayacağı gibi, en az GSMH’nin yüzde 5-6’sı cari açık vermesi kaçınılmaz hale geliyor. Vergi yükünün dolaylı vergilerin ağırlığı nedeniyle büyük ölçüde emekçilerin sırtında bulunduğu, işsizlik oranının yüzde 10’u aştığı bir ekonomide tasarruf oranının kayda değer ölçüde artması da bölüşüm ilişkileri düzeltilmeden imkânsız.

Giderek artan dış borçlar kaldırılamaz bir noktaya sürüklenirken, bu olanaktan yararlanamayan KOBİ’ler de bir türlü dinamizm kazanamıyor. Eğitim sisteminin din eksenli bir rotaya girmesi, liyakat mekanizmalarının tamamen çökmesi, üretkenlik artışı ve yenilikçiliğe yönelik umutları da tüketiyor.

TL’nin değerli seyretmesinin de etkisiyle 2008’de kişi başına gelir ilk kez 10 bin doların üzerine yükselmişti. Geçen sürede bu noktadan bir sıçrama sağlanamayınca, “orta gelir tuzağı” tartışması başlamıştı.

Şimdi gelinen noktayı, en iyi Aleattin Aktaş özetledi: Doların mevcut düzeyiyle kişi başına gelir yakında 10 bin doların altına düşecek, aşağı doğru orta gelir tuzağından kurtulacağız. (Dünya Gazetesi 1 Nisan 2015)

Yani yorgan gidecek kavga bitecek…