Yorgunum. Tonlarca yükün altında kalmışım sanki. Uzuvlarım yerinden kalkmıyor; oynak eklemlerle birbirine bağlı kemiklerim basınçtan dolayı birbirlerine kaynamış, kımıldatamıyorum. Yorgunluğumuz, hayatın üzerimize çullanması ve altında kalmamızdan. Metal yorgunluğu değil bizimkisi, et yorgunluğu. İnsan yorgun olunca bir et yığını gibi hisseder kendini ve bulduğu bir köşeye yığılır. Yığılmış gövdeler görüyorum her yerde, metroda, tramvayda, gemide, parklarda. Yorgun et yığınları, artık kendilerini gerçekleştiremeyen, beden olmayı bırakmış gövdelerdir. “Yorgun artık hiçbir (öznel) imkâna sahip değildir, en ufak bir (nesnel) imkânı bile gerçekleştiremez” (Deleuze, Bitik, Norgunk). Bu tükenmişlik hissi ruhumuzu, bir rüzgâr gibi hafif olabilen ve yeryüzünün tuhaf öykülerle bezeli coğrafyalarında esintiye çıkmayı çok seven ruhumuzu, sanayi atıklarıyla kirlenmiş ve akışkanlığını yitirmiş, yoğun, kıvamlı bir ağır metal karışımına, artık akamayan kirli bir sıvıya dönüştürdü, giderek katılaşıyor. Ruhum metal yorgunu ve yerçekimine yenik düşüyor.

Ruh da maddenin çekim yasasına uyar. Giderek yoğunlaşan ve ağırlaşan ruhumun içerilere, yerkürenin çekirdeğine doğru çekildiğini hissediyorum. Yerkürenin çekirdeği, yoğunluk ve ağırlık bakımından en ağır elementlerin bulunduğu bölüm. Bedenleri tükenmiş ve et yığınlarına dönüşmüş, ağır ve yorgun ruhların, yerçekiminin çağrısına uymaktan başka seçenekleri yoktur. Et yığınlarını terk edip yerkürenin çekirdeğine doğru çekiliyorlar şimdi. Ruhlar orada, hiç olmadıkları kadar yakın duracaklar birbirlerine. İç çekirdeğin yüzeyindeki sıcaklığın yaklaşık 5430 °C olduğu tahmin ediliyor. Bu sıcaklık Güneş’in yüzeyindeki sıcaklıktır. Ve çekirdekte yoğunlaşan ruhlar, evrenin ve dünyanın başlangıç koşullarını hiç olmadığı kadar yakından duyumsayacaklar; yerkürenin bir ateş topu olduğu, ateşten bir yumurta gibi tüm mümkün dünyaları içerdiği zamanları. Yerkürenin yorgun kabuğunun altında güneş var; yorgun ruhları çağırıyor. Et yığınları, tıpkı yerkürenin kabuğu gibi soğuk ve yorgun; ama içlerinde için için yanan kudret saklı; yorgun et yığınları güneş gibi kudretli bedenlere dönüşebilirler. Et yığınları, organların hiyerarşik örgütlenmesini yitirmişlerdir. Ve bir yumurta gibi, içlerindeki yeni bir dünyayı doğuracak mümkünler alanına bir anda kavuşabilirler.

Yorgunuz. Yorgunluğumuz, bir devlet gibi örgütlenmiş bedenlerimizin öznel ve nesnel tüm imkânlarını tüketmesinden kaynaklanıyor; sömürmenin ve sömürülmenin tüm kombinasyonları tüketildi. Tükenen, iktidarın tasarladığı ve mekânsallaştırdığı bedenlerdir. Kendini bir baş olarak dayatan devlet, halk denilen kendini taşıttıracağı gövdeyi inşa etmek için bedenleri organlarına dönüştürmek zorunda. Gövdesine yapıştırıldık, kımıldayamıyoruz; ne eklemlerimizi ne de düşüncemizi oynatabiliyoruz. Paola Virno, Hobbes’a atfen, “halk kavramı devletin bir yankısı, bir yansımasıdır. Eğer devlet varsa, o zaman halk da vardır” diyor (Çokluğun Grameri, Otonom). Ya da yine Hobbes’tan mülhem, şöyle de söyleyebiliriz: Ve iktidar halkı yarattı ve ona tek bir eylem ve tek bir irade bahşetti. Ve halkın tek eylemi ve tek iradesi kudretini iktidara teslim etmektir. Kudretini teslim eder, bir kenara çekilir, artık sahne iktidarındır; halka da iktidarın entrikalarını seyretmek ve mızmızlanmak düşer.

Yorgunuz. Yorgunluğumuz, bizim adımıza girişilen, asla arzu etmeyeceğimiz ve asla onaylamayacağımız eylemlerin tonlarca yükü altında ezildiğimiz içindir. İrademizi temsil ettiğini iddia eden iktidarla birlikte biz de tükendik; tükenen, devlet ve devlet gibi örgütlenmiş bedenlerdir; yeryüzünü sömürmenin bin bir biçimi. Çinli yazar Yu Huan’ın dediği gibi, “Halk sadece bir paravan şirkettir” (On Sözcükte Çin, Jaguar). İradelerimizi gasp eden ve halk adı altında şirketleşen iktidar yeryüzünü ve yeryüzünün bedenlerini iliklerine dek sömürüyor. Geriye, tüm kaynakları tüketilmiş et yığınları kaldı. Ruhlar şimdi, et yığınlarını terk edip arzın merkezine seyahat ediyor. Ruhları geri döndüğünde bedenler, bir güneş gibi parlayan kudretleriyle yeryüzünü şenlikli bir yere çevirebilir mi? Ya da halk denilen devlet organı yerini çokluğun şenliğine bırakabilir mi? Sorular, sorular...