Yorucu bir on yıl

ALİ BULUNMAZ

Denizde seyir hâlinde olmak, insanın aklına daha evvel düşünmediği pek çok şey getiriyor. Kişi, bazen yaptıklarını tartıp zihnini temize çekiyor; kendisiyle didişiyor ya da önceki didişmelerinden geriye kalanları masaya yatırıyor. Hilaire Belloc bu durumu çok güzel anlatmış: “Deniz her yerde bir hakikat öğretmenidir. Benim için denizde seyretmenin en güzel yanı bu gerçeklik tuzudur desem yalan olmaz… Orada, denizde seyrederken hayatın her rolünü oynarız; denetim, yön, çaba, yazgı… Üstelik kendimizi sınayabilir ve ne durumda olduğumuzu anlayabiliriz.”

Stanley Crawford’ın kaleme aldığı “Bayan Unguentine’nin Seyir Defteri”; Belloc’un tarif ettiği gerçeklik-deniz-insan ilişkisinin zaman zaman eğilip büküldüğü, Unguentine çiftinin denizin ortasında küçük bir dünyaya dönüştürdüğü teknesinde birbirinin üstüne gittiği ve bazen de kendi içine çekildiği bir roman.
Unguentine çifti denizde yol alırken âdeta düşsel bir alanda yaşıyor: Tekneleri bir bahçe ve kendilerine yetmelerini sağlıyor, neredeyse hiçbir eksikleri yok. Neredeyse!


Çiftin sorunu, ‘kutsal evlilik kurumunu’ temelinden sarsması; bir türlü sağlıklı ilişki kurmayı beceremeyen Unguentine’ler, sanki seyir değil de sürükleniş hâlinde. Crawford, tüm bu süreci kadının ağzından anlatıyor okura. Dolayısıyla novella, bir monolog olarak akıp gidiyor.

Alkolik ve insani ilişki kurmada başarısız olan kocasının teknede kurduğu dünya dışında aralarında pek fazla iyi şey bulunmayan ve erkenden cehenneme dönüşen evliliklerine dair muhasebeye girişen bir kadınla karşılaşıyoruz romanda. Kocasının intiharı sonrası tüm hakikatler başına üşüşen Bayan Unguentine’nin zihninde bazı sorular beliriyor doğal olarak: “Neden canımı Unguentine’yle, acımasız piçle, katamaran, alkol ve dayakla, kutsanmış denizler, intihar ve gemi yolculuklarıyla, nasılım ve neredeyim sorularıyla boşu boşuna sıkıyorum, neden her şeyi çoğaltıp çoğaltıp üst üste yığıyorum, yığıp tıkanıyorum?”

Başarısız evliliğin ve mutsuzluğunun kaynağının kendisi olabileceğine dair bir şüphe de yok değil Bayan Unguentine’nin aklında. Deniz, kocası için âdeta bir kaçış ve kendisini kaybedişken Bayan Unguentine için derin sorgulamaların merkezi hâline geliyor. Teknedeki o küçük dünya, bir cennet bahçesinden cehenneme evrilirken açık deniz ise bir mengeneye dönüşüyor.

Kendisinin adını taşıyan tekneyle denizlerde süren fırtınalı ve şiddetli geçimsizlikle örülü evliliğinin bir dökümünü yapan Bayan Unguentine, özlem ve öfkelerini anlatırken bir noktada şöyle diyor: “Uzak diyarların ve zamanların boş hayallerinde kaybolmuş ve benim hayatımdan değil, sanki diğer hayatlardan yanlışlıkla gönderilmiş mesajlara çok daha fazla benzeyen bir zaman; o zaman da böyle hissetmiştim, şimdi de böyle hissediyorum. Ne zaman olursa olsun. Tek bildiğim, uzun ve çok yorucu bir on yıl olduğuydu.”

Bayan Unguentine, yalnızca yıkık dökük evliliğini değil, kocasıyla teknede geçirdiği günleri ve son derece ince işçilik ürünü olan bahçede yaşadıklarını da anlatıyor. Saat gibi işleyen ve işletilmesi gereken bir sistem kuran kocasıyla birlikte ayakta tuttukları bahçe, evliliklerinin batağa saplanmasını engelleyemiyor. Deniz tüm ihtişamıyla karşılarında ve ikisi de rüya gibi bir bahçe-teknedeyken Bayan Unguentine, bu büyüleyici ortamdaki kaba ve düşüncesiz hareketler nedeniyle öfkeden köpürüyor. Kocasıyla iletişim kurma çabaları sonuç vermeyince öfkesi de katlanıyor; “zamanın dışındaydık, sürekli, sonsuza dek, o adam, bu denizler” diyor ve her şeyi öğüterek geçen yılların bir dökümünü yapıyor.

Crawford’ın “Bayan Unguentine’nin Seyir Defteri”nde tasvir ettiği manzara ve onun orta yerindeki çiftin ilişkisi, evliliklerinden etrafa saçılan zehrin anlatımı bir bakıma. Denizin ortasındaki teknede, kocasının kendisini nasıl örselediğini Bayan Unguentine’nin ağzından okura sunuyor yazar. Çiftin kötü evliliğini, rüya gibi bir tekne ve uçsuz bucaksız denizle dengeleyen yazar, aynı zamanda büyük bir çelişkiyi koyuyor ortaya: Deniz bir özgürlük metaforuyken tekne, Bayan Unguentine için bir hapishaneye dönüşüyor.

Crawford, hem çiftin yolculuklarını hem de Bayan Unguentine’nin anlatımını, kutsallaştırılan evliliğin ince ve edebî eleştirisi olarak getiriyor karşımıza. Hikâyedeki adamın nobranlığı ve kadının iletişim kurma çabası suyu oldukça dalgalandırıyor, ikili arasındaki sahte denge ise yerini kısa sürede bir itişmeye bırakıyor. Teknedeki büyüleyici ortamı bozan anlaşmazlıklar; erkeğin egosuyla ve kadının sağlıklı düşünme çabasıyla bütünleşiyor, bütün bunlar Crawford tarafından bir ironi ve trajediye dönüştürülüyor.