Türkiye ekonomik kriz ile birlikte hukukun, adaletin görmezden gelindiği siyasi bir krizi yaşıyor. Bu her şeyden önce demokrasi, özgürlükler ve gelecek meselesi ve tek başına iktisadi sonuçlar ve gereksinimler açısından ele alınamayacağı ortada. Fakat öyle bir dönemden geçiyoruz ki; ekonomi hızla krizin derinliklerine sürüklenirken, yoksulluk, eşitsizlik, hayat pahalılığı, işsizlik kuvvetli bir şekilde hayatımızın içine yerleşiyor. […]

YSK kararının ekonomik maliyeti: Dolar fırladı, borç arttı, risk yükseldi

Türkiye ekonomik kriz ile birlikte hukukun, adaletin görmezden gelindiği siyasi bir krizi yaşıyor. Bu her şeyden önce demokrasi, özgürlükler ve gelecek meselesi ve tek başına iktisadi sonuçlar ve gereksinimler açısından ele alınamayacağı ortada. Fakat öyle bir dönemden geçiyoruz ki; ekonomi hızla krizin derinliklerine sürüklenirken, yoksulluk, eşitsizlik, hayat pahalılığı, işsizlik kuvvetli bir şekilde hayatımızın içine yerleşiyor.

Türkiye’de atılan her siyasi adımın ekonomide bir karşılığı olduğunu aklımızda tutarak, YSK’nin İstanbul seçiminin iptal edilmesine yönelik kararının ekonomiye yansımalarını sırasıyla şu şekilde izleyebiliriz:

DOLAR/TL 6,20’Yİ GÖRDÜ: Kararın açıklanmasını izleyen iki gün içinde TL dolar karşısında yüzde 3’ün üzerinde değer kaybetti. Kur kararla birlikte 5,98 seviyesinden 6,15 seviyesine sıçrarken, bu yazının yazıldığı ana kadar da 6,20 seviyesini görmüş oldu.

CDS’LER HIZLA YÜKSELDİ: Kararla birlikte Türkiye’nin CDS’leri (Credit Default Swap) hızla yükselmeye başladı. Hazine Bonosu, devlet tahvili gibi devletin borç kağıtlarını ödememesi riskine karşılık sigorta rolünü üstlenen menkul kıymetler olan CDS’lerin hızlı bir şekilde yükselmesi, uluslararası finans kapitalin ülke ekonomisine duyduğu endişenin aynı hızla arttığını gösteriyor. Şubat ayında 298 seviyesinde olan CDS’ler, TL’nin dolar karşısında yaşadığı değer kaybının artmasına bağlı olarak 27 Mart tarihinde 475 seviyesine yükselmiş, ardından 31 Mart yerel seçimleri takiben 383’e inmişti. Bugün de YSK kararı ile birlikte 464 seviyesine tırmanmış oldu.

BORÇ MALİYETLERİ ARTTI: Döviz kurundaki artış ve CDS sıçramalarının önemi kuşkusuz uluslararası finans kapitalin yaşadığı endişeyi ölçmekten ibaret değil. Bu iki artış, yüksek dış borcu olan Türkiye’nin borç maliyetlerinin yükselmesine neden oluyor. Bugün Türkiye’nin yaklaşık olarak 445 milyar dolar brüt dış borç stoku bulunuyor. Gayri Safi Milli Hasıla’nın yaklaşık yüzde 57’sine denk gelen bu borcun yüzde 67’si ise özel sektör borcu. YSK kararı ile birlikte döviz kurundaki yüzde 3’lük artışın dış borca yansıyan maliyeti 12,3 milyar dolar. Bu, diğer bir ifadeyle 75 milyar TL ilave ek maliyet demek. Bu tutarın büyüklüğünü şu şekilde de görmek mümkün: Hazine’nin 2019 yılı Mayıs ayında yaklaşık 19 milyar TL, haziranda 11,4 milyar TL ve temmuzda ise 21,4 milyar TL iç borç ödemesi var. Bu tutar, Hazine’nin 3 aylık toplam ödemesinin yüzde 46 daha üzerinde bir maliyeti temsil ediyor.

DAHA YÜKSEK ENFLASYON: Döviz kurunun yükselmesi aynı zamanda faizler üzerinde yukarı yönlü baskı ve daha yüksek enflasyon demek. Halihazırda tüketici enflasyonu yüzde 19,5, üretici enflasyonu ise yüzde 30,12. Bu haliyle bile tüketici enflasyonunda, üretici fiyatlarının yukarı çekmesi sonucu yükselme görmek mümkünken, döviz kurundaki yukarı yönlü eğilimin devamı halinde hem üretici dolayısıyla hem de tüketici enflasyonunda daha yüksek seviyeleri önümüze koyacağı kaçınılmaz.

İŞSİZLİK VE ÜRETİMSİZLİK: Yukarıdaki ilk üç madde ekonomide döviz kuru şoku kanalıyla yaşanan kısa vadeli sorunları kapsıyor. Halbuki siyasi kararların ekonomi üzerindeki etkileri sadece kısa vadeli değil. Kalıcı, çözümü zaman alan sorunlara da neden oluyor. Türkiye ekonomisinin önemli yapısal sorunlarından birisi ulusal kaynakların üretken alanlar yerine rantsal alanlara yöneltilmesi ve bunun sonucunda yaşanan işsizlik ve üretimsizlik sorunu.

Bu sorunun, güncel kriz ile birlikte daha somut görüldüğü, kökten bir değişimin ekonomide öncelikli ihtiyaç haline geldiğini daha önce yazmıştık. İşsizlik oranı yüzde 14,7’ye, enflasyon yüzde 19,5’e yerleşmişken, bu sorunu masaya yatırıp yatırım ve istihdam odaklı bir plan yapmak yerine, YSK kararının tüm bu ihtimalleri ortadan kaldıracak nitelikte bir karar olduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çünkü en başta hukuk sınırlarının dışına çıkarak ‘her an her şey olabilir’ algısının yerleştiği bir ülkede ne üretimden, ne yatırımdan ne de istihdamdan bahsetmek mümkün.

Kısaca YSK kararının ekonomik maliyetinin oldukça büyük olduğu açık. Fakat duruma tüm açılardan bakmak gerekiyor. En nihayetinde nasıl bir ülkede yaşayacağımız gibi, bu ülkede nasıl yaşayacağımız da önemli. YSK kararı bu haliyle yaşayacağımız ülkenin sınırlarını çok net çizerken, ekonominin mevcut durumu da bu ülkede nasıl yaşayacağımızı söylüyor. İki soruda da kararın kime ait olduğu ise en nihayetinde bir rejim meselesi olarak karşımızda duruyor.