Çin, dünya sisteminin yeni “süper gücü” olmakta mıdır? Olabilir mi?

Güçlü ekonomik göstergeler söz konusudur: ABD’nin ardından dünyanın ikinci en büyük ekonomisidir; en başa geçmesi yakın gündemdedir. En büyük dış fazla veren; en yüksek rezervlere sahip olan ekonomi de Çin’dir. Bu sonuncu özellikleri sayesinde, giderek dış dünyaya kaynak aktarmaya, yatırım yapmaya başlamıştır.

Bu güçlü ekonomik göstergeler, Çin’i dünya sisteminin “patronluğunu” ABD ile en azından paylaşacak bir konuma getirmiş midir?

Bir şartla: Çin’in ulusal parası olan yuan (resmî adıyla renminbi) kapitalist dünya sisteminin rezerv parası olursa... Yani, bugün bu işlevi  üstlenen doların yerine geçerse...

Hatırlatalım ki, bir yandan kapitalist dünya ekonomisinin pürüzsüz işlemesi, bir yandan da ABD’ye “süper emperyalist” konumun ayrıcalıklarının sağlanması, dolar’ın dünya parası olması sayesinde gerçekleşmiştir.

Yuan böyle özellikler taşıyabilecek midir? Bu soruya ışık tutan bazı haberlere, gelişmelere kısaca göz atalım.

***

Gelişmelerden biri, yuan’ın dış ticarette bir ödeme aracı olarak önem kazanmasıyla ilgilidir. Çin’in dış ticaretinde yuan ile yapılan işlemlerin payı, son iki yıl içinde yüzde 1’den yüzde 10’a çıkmıştır; önümüzdeki yıl daha da yükselmesi beklenmektedir. Çin, (belirleyebildiğim kadarıyla) başta Japonya ve Güney Kore olmak üzere sekiz ülkenin merkez bankalarıyla yuan talebini karşılamak üzere takas veya kredi anlaşmaları yapmıştır.

Bu gelişmeler yuan’ın merkez bankaları rezervleri içinde yer alması sonucunu da doğuracaktı. Öyle de olmaktadır. Örneğin, Aralık 2011’de Japon Maliye Bakanı Azumi, Merkez Bankası rezervlerini Çin devlet tahvilleri ile çeşitlendireceklerini ifade etti.

Merkez bankalarının rezervleri, nakit olarak değil, dolar’lı, avro’lu devlet tahvillerinde, bazen de dış bankalarda mevduat biçiminde tutulur. Yuan’ın rezervlerdeki payının artması için, Çin devlet tahvillerinin uluslararası piyasalara ihraç edilmesi veya uluslararası bankalarda yuan hesaplarının oluşması gerekir. Bunu sağlamak üzere, Çin devlet bankaları, ülke dışında yuan hesapları açmaya, devlet tahvillerini pazarlamaya, Çin’de yatırım yapmak üzere yerli ve yabancı şirketlere kredileri açmaya yetkili kılındı.

Böyelece, yuan’lı finansal varlıkların işlem gördüğü  Çin dışında “offshore” piyasalar oluşuyor. Ne var ki, hepsinde Çin devleti bankaları veya rezervleri ile aktif bir taraf olarak yer alıyor. Kritik adım,  doğrudan doğruya yabancı şirketlerin, bankaların kendi aralarındaki işlemlerde de yuan’ı kullanmaya başlamaları ile atılacaktır. Yıl başında bu doğrultuda  ilginç bir gelişme gerçekleşiyor: Britanya Maliye Bakanı George Osborne, Hong Kong’ta Çin bankalarıyla  anlaşma imzalıyor ve Londra’nın yuan’lı “offshore” finansal işlemler için bir merkez haline getirilmesi kararlaştırılıyor. Osborne, bu anlaşmayı Çin hükümetinin “Londra için verdiği bir güven oyu” olarak yorumluyor. (Financial Times, 16 Ocak).

***

1990’lı yıllarda çevre ekonomilerinde sermaye hareketleri büyük ölçüde serbestleştirildi. Çin ise, bu dalgaya kapılmadı. Sermaye hareketleri üzerinde etkili denetim araçlarını korudu. Çevre ekonomilerini dalga dalga etkileyen finansal krizlere bu sayede sürüklenmedi. Yüksek ve istikrarlı büyüme temposunu, biraz da bu savunma mekanizmalarına borçludur.  

Ne var ki, Çin, adım adım bağımlı bir çevre ekonomisi  konumundan çıkmaktadır. Batı kaynaklı doğrudan yatırımları en çok alan ülke olmasına rağmen,  astronomik rezervleri sayesinde son yıllarda net sermaye ihracatçısı konumuna gelmiştir. Bu gelişmeler, sermaye hareketleri  üzerindeki denetimlerin gevşetilmesini gündeme getirmektedir. Yukarıda açıkladığım gelişmeler de Çin’in ülke içine veya dışına dönük sermaye hareketlerini küçük adımlarla serbestleştirmesi anlamına geliyor. 

Çin Merkez Bankası Şubat’ta  bir rapor yayımladı ve sermaye hareketlerinin bu küçük adımların ötesinde serbestleşmesi doğrultusunda on   yıllık aşamalı bir programın ana öğelerini ortaya koydu. Banka’nın İstatistik Bölümü Başkanı’nın imzasıyla yayımlandığı için Rapor, henüz resmî bir belge değildir.

Üç yıllık birinci aşamada, dış ticarete dönük yabancı sermaye yatırımları üzerindeki denetimler gevşetilecek; Çin şirketlerinin dışa yatırım yapmaları kolaylaştırılacaktır. Sonraki iki yılda yuan’lı dış krediler serbestleştirilecektir. Sonraki beş yılda ise, yabancıların Çin’de hisse senedi, tahvil, gayri menkul alımları serbestleştirilecektir. Yuan’ın tam “konvertibilitesi” ise son adım olacaktır; ancak bunun için bir tarih verilmemektedir. Spekülatif sermaye hareketlerinin ve  kısa vadeli dış borçlanmanın kısıtlanması ise sürdürülecektir.

***

Evet, yuan bir uluslararası bir paraya dönüşmektedir. Ancak bu, yuan’ın dünya ekonomisinin rezerv parası olması; altmış küsur yıl boyunca dolar’ın gerçekleştirdiği işlevleri  üstlenebilmesi demek değildir.

Yuan’ın  bir dünya parası olabilmesi için, dünya cari işlem hesaplarında gerçekleşen  dış açıkların önemlice bir bölümünün, Çin’in dış fazlalarıyla dengelenmesi; ayrıca büyüyen dünya ekonomisinin ek likidite artışının da  yuan tarafından (ek sermaye ihracı yoluyla )  karşılanması gerekir. Dahası, “sistemin patronu” olabilmek için, (ABD’nin son otuz yıl boyunca yaptığı gibi) daha da fazla yuan ihraç ederek, “dünyayı satın alabilecek” bir gücü sergilemeyi gerektirecektir.

Bu senaryo olası görünmüyor. Bir kere, yuan’ın bugünkü gücü, Çin ekonomisinin sürekli dış fazla vermesinden ve 3 trilyon doları aşkın rezervlerinden kaynaklanıyor. Bu özellikler, Çin’in ihracat öncelikli gelişme biçiminin mirasıdır; kalıcı değildir. Çin Başbakanı’nın önerdiği iç pazar öncelikli bir stratejiye geçiş,  dış fazlaları eritebilecek; rezerv birikimine ve buna dayalı dış yatırımlara son verebilecektir.

İkinci olarak, dolar’ın uzun yıllar “dünyayı satın alacak” düzeylere ulaşmasının arkasında, Wall Street’in olağanüstü finansal gücü vardır. Dahası, dev ABD şirketlerinin onyıllar boyunca dış dünyaya astronomik boyutlarda sermaye ihraç edebilmeleri rol oynamıştır. Amerikan sermayesi bu sayede dünyanın tüm köşelerini (ve Çin’i) üretim merkezleri haline getirmiştir.

Bu gelişmeler, kapitalizmin finansallaşmasını, tekelleşmesini, emperyalizme dönüşmesini temsil eden ileri aşamalarıyla bağlantılıdır.

Evet, Çin kapitalistleşme sürecine girmiştir; ancak yeterince değil... Ekonomik gücünün arkasında hâlâ önemli ölçülerde Çin devleti vardır. Dünya siyasetinde, ekonomisinde etkili, bazen belirleyici olacaktır; ancak emperyalist sistemin   “patronu” olarak değil...