Akademik elitizmin bu ülkedeki mabedinde (Boğaziçi Üniversitesi, oluyor) “Yuh Yuh” türküsü ile kitlesel protesto tertip etmek, ‘hard rock’ dinlediğini söyleyerek göze gireceğini düşünen atama rektöre –gençlerin ifadesi ile- kapak olmuştur.

Öğrencilerce türküsü uyarlanan Aşık Mahsuni Şerif’in dörtlüklerinde dile gelen Anadolu’nun vicdanıdır, sazında ise zalime boyun eğmeyen isyancı haykırışların tınısı vardır. Aşık Mahsuni, ahlaki öfkenin bu topraklardaki tezenesidir. İyi de seçkinci Boğaziçililer Aşık Mahsuni’yi nereden bilecekler, diyenlere, bu elit okulda çok güçlü bir halkbilim araştırmaları geleneği olduğu da hatırlatılmalıdır.

İktidar medyasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlarına rasyonel gerekçeler imal etmeyi, varlıklarının ana gayesi belleyenler, koro halinde Prof. Dr. Melih Bulu’nun akademik kariyeri bu görev için yeterli olduğu gibi yapılan işlem de yasalara uygundur, görüşünü dillendirdiler. Bu iki değerlendirme de yanlıştır.

Yasallıktan başlayalım: Özerklik mevhumu, Ortaçağ’dan günümüze üniversitelerin varlık koşuludur. Özerkliğin hangi boyut (idari, bilimsel ve –bugün farklı bir anlam kazansa da- mali özerklik), biçim ve derecede var olacağı, üniversiteyi konu alan mücadelelerin merkezinde yer almıştır. Üniversite tarihi dönemlerinde de ölçüt yine özerklik olmuştur. Zira özerklik yoksa kurum olarak üniversite de yok demektir. Tam da bu nedenle 1982 Anayasa’sı gibi bir düzenlemede bile üniversite, “bilimsel özerkliğe sahip kamu tüzel kişiliği” şeklinde tanımlanmıştır.

İdari özerkliğin sınırlandırılmış şekli gereklerini bile lüks gören bir kanun hükmünde kararnameye dayandırılan işleme yasallık atfedilemez. İdari özerkliğin belli şekil ve derecelerdeki kırıntı varlığı dahi yok ise, Anayasa’daki bilimsel özerklik askıya alınmış demektir. Bu nedenle, yasal denilen atama işlemi, açıkça normlar hiyerarşisini ihlal eden bir düzenlemenin ürünüdür. Ayrıca yasallık, keyfiyet karşıtlığı demek değil midir? Kafana göre birini rektör yap deseler belki o zaman akla gelecek bir ismi Boğaziçi Üniversitesine rektör atamaktan daha keyfi bir işlem ne olabilir? İşin özü şudur ki Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri, kimin rektör olacağıyla değil, üniversite olarak kalıp kalamayacaklarıyla ilgili bir mücadele yürütmektedirler.

Gelelim Profesör Melih Bulu’nun sahip olduğu niteliklere… Türkiye’de AKP ile birlikte ikinci bir akademisyen tipi ortaya çıktı; bu tipolojinin Anadolu üniversitelerinden başlayan yürüyüşü, son yıllarda merkez üniversitelerinin koridorlarında da yankılanmaya başladı; partili rektör atamaları ise bayrak çekme aşamasına geçtiklerinin bir göstergesidir.

Bu tiplemenin tanımlayıcı özelliği akademik unvanı araçsallaştırmasıdır; bilgi üretimi, sözü edilen unvana erişmenin şekli gereğinden ibarettir. Aslında bu tipoloji, bilim topluluğu üyesi akademisyen tiplemesinin yadsımasıdır, kendilerine anti-akademisyen de denebilir.

Modern bilimde araççılık köklü ve yaygın bir geleneğe sahiptir; ama orada bilimsel bilginin belirli bir sorunu çözecek bir işleve sahip olması beklenir. Bilim, burada, işlevsel bilgiyi üreten enstrüman olarak kavranır. Bizim akademisyen tipolojisinde ise ilişki tersine çevrilmiştir: Amaç, unvandır; bilgi, o amaca ulaşmanın şekli gereğinden ibarettir; makale gerekli ise havuzdan çekilen bir makaleye adı yazılır; tez gerekli ise parasıyla bu tezleri yazanlar vardır; intihal, açığa çıkarsa ‘sadece bir ihmal’dir.

Peki, Profesör Melih Bulu burada resmedilen akademisyen tiplemesinden hangisine yakın özelliklere sahiptir? Yanıtı okura bırakalım.