Venedik’te yarışan ‘Hayat Işığım’ bugün vizyona giriyor. Filmin yönetmeni Derek Cianfrance, bağımsız sinemadan stüdyoya geçiş yapan ve büyük beklentiler yaratan bir isim

Yükselişte bir yönetmen

2010 yılında ‘Aşk ve Küller’ (Blue Valentine)izleyenlerin kalbini parçaladığında, herkes bu filmden bahsediyordu. Genç bir yönetmenin elinden bu kadar hakiki ve can yakan bir film çıkması şaşırtıcıydı. Derek Cianfrance küçük bir bütçeyle, tek bir sahneyi bile yeniden çekmeden, oyunculardan inanılmaz performanslar alabildiği doğaçlamalarla dolu bir film çıkarmıştı ortaya.

Steven Spielberg de filmin hayranlarındandı. Yönetmenle bir etkinlikte karşılaştığında ona 2010 yılında en sevdiği filmin ‘Aşk ve Küller’ olduğunu söylemiş ve ardından da Dreamworks için kapıları aralamıştı. Uyarlama bir senaryo üzerine çalışmak isterse Dreamworks’ün haklarını aldığı birkaç kitabı ona vermişti. Cianfrance’nin üçüncü filmi 2012 tarihli ‘Babadan Oğula’dan sonra (The Place Beyond the Pines), işte o kitaplardan biri olan ‘Hayat Işığım’ (The Light Between Oceans) nihayet karşımıza çıkıyor. Michael Fassbender ve Alicia Vikander’in başrolde olduğu film, yönetmenin ilk stüdyo filmi. Filmin çekim hikayelerine bakılırsa Cianfrance, stüdyo şemsiyesi altında da olsa kendi bildiği sinemanın izini süreceğe benziyor. Ancak yeni koşullar, yönetmenlik tarzını nasıl etkileyecek merak konusu.

Cianfrance’nin dünyası

1974 Colorado doğumlu Cianfrance, henüz 13 yaşında kamerayı eline alıp kısa filmler çekmeye başlamıştı. Ortaokuldayken ‘Creepshow’ gibi korku filmlerini yüzlerce kez tekrar izliyor ve kamera hareketlerini ezberliyordu. Liseyi bitirdiğinde 20’nin üzerinde kısa filmi vardı. Colorado Üniversitesi’nde, Stan Brakhage ve Phil Solomon gibi deneysel sinemanın efsane yönetmenlerinden öğrenim gördükten sonra, ilk uzun metraj filmi ‘Brother Tied’ı 23 yaşında çekti. Film ufak çapta da olsa ödüller kazandı ama Cianfrance kendi filmini fazla stilize buluyor ve yönetmenliğini beğenmiyordu. Bu filmin hemen ardından ‘Aşk ve Küller’in ilk senaryo taslağını yazdı. Ancak finansman bulup projeyi hayata geçirmesi için tam 12 sene beklemesi gerekecekti. Cianfrance bu süre boyunca sürekli olarak senaryoyu yeniden yazmaya devam etti ve filme tam 66 senaryo taslağı üretti.

Arada geçen bu 12 yıllık süre belki de Cianfrance’nin sonradan şahit olacağımız yönetmenlik tarzı için kilit bir önem taşıyordu. Cianfrance bu dönemi ağırlıkla TV için belgeseller çekerek geçirdi. Belgesel yönetmenliğiyle kazandığı tecrübe, fikirlerini de olgunlaştırmaya başladı. Israrlı bir şekilde yönetmenliğini fazlalıklardan arındırmaya çalışıyor ve en temele inmek istiyordu. Nihayetinde peşinde olduğu asıl şeyin, kurmaca bir evrenin içinde de olsa sahnelenmiş gibi olmayan, hakiki ve doğal anları yakalamak olduğunu fark etti. Bunun için de elinde bir megafonla dev setleri yöneten bir yönetmen ekolünün zıt istikametine gitmeliydi: Küçük bir çekim ekibi; samimi ve doğal bir ortam; oyuncuların yakınına girmekten çekinmeyen bir kamera; sahtelikten uzak durabilmek için bol bol doğaçlama. Düşük bütçeyle çekim koşulları ve kamera konusunda John Cassavates, ışık kullanımı konusunda korku sinemasından öğrendikleri bir kılavuz gibi yanındaydı. Bu sayede son iki filminde izleyiciyi manipüle etmeyen, duygusal gücü yüksek, nüanslarla dolu bir sinema ortaya çıkıyordu.

Buna benzer hikayelerle bağımsız sinemada parlayan pek çok yönetmenin, stüdyo filmlerine geçiş evresinde yaratmaya alıştıkları o duygusal yoğunlukta tökezlediklerine şahit olmuşuzdur. Cianfrance’nin de asıl gücü, mütevazı görsel tercihlerle, gündelik hayatın minik anlarının toplamından ortaya yoğun bir duygu çıkartmaktı. Şimdi ‘Hayat Işığım’la bu duyguları, adeta David Lean’in epikliğini gerektiren bir düzeyde de yaratabilecek mi? Asıl merak konusu bu. Bana kalırsa yönetmenlikten ziyade, ilk kez kendi yazdığı özgün bir hikayeyi değil de bir uyarlama senaryoyu çekmiş olması bu sorunun cevabını belirleyecek asıl faktör.