Tabii bizdeki sessizlikten usta anladı bir şeyler olduğunu, anlar adam, anlamaz mı?

Yükünden kopunca halat

> CAN BİNALİ AYDIN canbinaliay@gmail.com

“Oğlum bu camın tanesi üç yüz yirmi lira, kırılırsa üçümüz, dört gün avantadan çalışırız. Kıranı ayağından ağaca bağlarım, haberiniz olsun!’’

Yetmişevler’de iş merkezi inşaatının camlarını takıyoruz. Her katın merdiven bitimine strafor koyduk, kata gelince camın köşesini üstüne indiriyor, az bir soluklanıyorduk. Merdiven dediğimde apartman merdiveni gibi değil, sağlı, sollu yirmişer basamak çıkıyorsun.

Beşinçi kata kucağında 80’e 120 çift camla, çık çıkabilirsen. Ben yine az çok taşıyorum da, Tikli’nin kilosu cam kadar ya var, ya yok. Bir, iki derken üçte bayağı zorlandım. Dördüncü kata çıkayım mı biraz daha dinleneyim mi derken aşağıdan Muzaffer Usta’nın sesi geldi: ‘’Lan Salih! Uyuyon mu lan yukarda!’’ Hemen yüklendim, sırtladım camı. Yarıya kadar geldim, belimi merdiven demirlerine yaslayıp camın ağırlığını gövdeme verdim, biraz dinlendiysem de nafile. Kollarım titriyor, az gazete katladığım için cam ince ince ellerimi kesiyordu. Ya komple atacağım camı, ya köşesini yere koyup dinleneceğim, başka şansım kalmadı. Dizlerimi kamyon damperi gibi yavaş yavaş katladım, camın ağırlığını sağıma verip yavaşça köşesinden yere indirdim. ‘’Çıt.’’ Yarıya kadar çatladı namussuz, halbuki kuş tüyünden narin indirmiştim yere. Hiçbir şey olmamış gibi çıkardım, diğerlerinin yanına yasladım. Tikli getirdi camını tam benimkine yaslarken çatlağı gördü, anlatmama izin vermeden gözlerini radar sinyali gibi uzun uzun kocaman açtı, beş basamak arkasından geliyormuş ya usta! Üçümüz seri adımlarla aşağı inerken Tikli beni yine temiz bir dayaktan kurtarmıştı. Bu Tikli çok acayip çocuk, bebeklikten kapı komşusu olmasak büyümüş de küçülmüş diyeceğim ama yok, biz birlikte büyümedik. Bazen bir şeyler anlatıyor, anlamıyorum ama hoşuma gidiyor. Neydi çok seviyor, hep söylüyordu: ‘’Bey oğlu bey, köle oğlu köle olmak rızasındadır.’’

Tabi bizdeki sessizlikten usta anladı bir şeyler olduğunu, anlar adam, anlamaz mı?

Tipine baksan iyi adam da işe gelince sigortaları yanıyor adamın. Altı yıldır istiyorlar, yeni bebeği oldu. Daha üç aylık, Adı Ezgi. Daha rengi belirmemiş saçlarının ama, sarıya yatkın. Toparlak, minnacık bir bebek. Çocuğun yanaklarından gözleri görünmüyor, bir de altı kat sarıyorlar bebeği. Yahu usta diyorum açsanıza biraz nefes alsın çocuk, beşikte düz mü, yan mı duruyor belli değil. Bu meymenetsiz adamdam da nasıl böyle bebek olur hayret. Büyüyünce geçer herhalde. Tikli, ustanın etrafında pervane geziyor; çay taşıyor, sigarasını yakıyor belli işi üstlenecek. Gözgöze geldiğimizde kaşlarımı ‘’Hayır!’’ anlamında kaldırıyorum hiç oralı olmuyor çocuk. Öğlen yemek için ara verdik, Tikli bakkaldan salam-kaşar yaptırdı geldi, oturduk yedik. Ustanın keyfi yerinde anlatıyor: ‘’Tuncaylar Plaza’nın dış cepheyi komple biz taktık, müteahhit beş hafta verdi, bir bir ayda teslim ettik.’’ Neşeyi fırsat bilip girdi araya:

‘’-Usta bi şey diycem...’’
‘’-Kızın öldü de, cam kırdık deme!’’
‘’ Usta vallahi ayağım takıldı.’’

Usta sanki bu anı bekliyormuş da pusuya yatıyormuş gibi başladı Tikli’ye vurmaya. Sen demin gülmüyor muydun be adam! Öyle böyle değil, tüm gücüyle vuruyor. Her tokatta çocuk yere düşüyor, kaldırıp bir daha vuruyordu. Yanlış bir şey yaptığımızda birkaç tane patlatırdı ama bu sefer usta kendini kaybetmişti. Koluna yapışıp durdurmaya çalıştım, bir tane de bana vurdu, eşiğin önüne düştüm. Kalktım tekrar koşayım, güm diye düştüm yere. Aklım yerinde de ayakta duramıyorum. Sıskacık çocuktur, nasıl dayandı o kadar dayağa? Yalnız bir tuhaflık var; Tikli, bırak feryat etmeyi çıt çıkarmıyor, bir kere ‘’Ah!’’ etmedi çocuk. Burnundan damla damla, ağız kenarlarından tükürükle birlikte kan sızıyor, dudakları patlamış, nasıl hiç sesi çıkmaz? Usta bunun halini farkedince duruldu, başka bir gerginlik sardı yüzünü, ‘’Götür lan şunun ağzını, burnunu yıka!’’

‘’Oğlum Tikli, niye üstlendin, bıraksaydın beni dövseydi. Ağzın burnun kan revan, hepsi benim yüzümden oldu.’’
Tüh! Diye tükürdü iki dişini avcuna;

‘’Senin yüzünden olur mu? Senin sayende kardeşim. Senden gelen ne varsa nimettir, kabulümdür. Dayak p.çin dayağı, kan bizim kanımızdır. Elbette yiyeceğiz birbirimiz için iki tokat, madem kardeş diyorsak.
Bizim de günümüz gelene kadar, kan dolsun ağzım, tükürmem estağfurullah.’’