Ekonomi altı yıl boyunca kesintisiz küçülmüştür. 2013 milli geliri, 2007’nin yüzde 24 gerisindedir. 2007’de yüzde 15 olan cari açık oranı, altı yıl sonunda ihracat arttığı için değil, ithalat düştüğü için sıfırlanmıştır. SYRIZA, Yunanistan’da sadece iktidarı değil, toplumsal bir çöküntüyü de devralıyor.

Yunanistan nasıl çökertildi?

SYRIZA, Yunanistan’da sadece iktidarı değil, toplumsal bir çöküntüyü de devralıyor.

Çöküntünün genel göstergelerine bakalım: Ekonomi altı yıl boyunca kesintisiz küçülmüştür. 2013 milli geliri, 2007’nin yüzde 24 gerisindedir. 2007’de yüzde 15 olan cari açık oranı, altı yıl sonunda ihracat arttığı için değil, ithalat düştüğü için sıfırlanmıştır. Böylece, ülke-içi özel ve kamusal harcamalardaki daralma yüzde 39’a yaklaşmıştır. 2014’te bir toparlanmanın başladığı ileri sürülüyor. Şüphelidir. Zira, geçen yıl hem avro cinsinden milli gelir; hem de (üstelik daha hızlı bir tempoyla) fiyatlar gerilemiştir. Yani, ekonomi deflasyon içindedir. Artık bir “kriz” değil; kapitalizmin iktisat tarihinde nadiren rastlanan bir “depresyon” söz konusudur.

Depresyonların diğer tipik göstergeleri de ortadadır: İntiharlar hızla artmıştır. İşsizlik yüzdesi altı yılda 7,6’dan 27,3’e yükselmiştir. Çoğu iki yılı aşkın bir süreden beri işsizdir. Gençlerdeki işsizliğin yüzde 60’a ulaştığı ileri sürülüyor. Genç, yetişkin nüfus ülkeyi terk etmektedir. 2009’dan bu yana nüfus yüzde 1,3 (151000 kişi) azalmıştır. Tek etken göç değildir. Yoksullaşmanın katkısıyla doğumlar dört yılda yüzde 15 düşmüş; ölü doğum oranları yüzde 22 artmıştır. (The Guardian, 18 Eylül 2013).

Bu noktada ortaya çıkan insan manzaralarının incelenmesinde, anlatılmasında toplumsal bilimlerin sınırlarına geliniyor. Edebiyatın, sinemanın, resim ve müziğin işlevi devralması gerekiyor. Şüphesiz, bugünün Güney coğrafyasında, Türkiye’de daha ağır yoksulluklar, yoksunluklar var. Yunanistan’ın trajedisi, ekonomik ve toplumsal bozulmanın birkaç yıl içine sıkışmasından; sefaletin yoğunlaşma hızından kaynaklanıyor. Benzer bir çöküntü Sovyetler Birliği’nin tarihe karışmasını izleyen birkaç yılda gerçekleşmişti. Yakın tarihte başka örnek yoktur.

• • •

Çöküntünün öncesine de göz atalım. Yaygın bir teşhis var: “İlk günah” Yunan burjuvazisine, siyasetçilerine aittir ve düzmece rakamlarla Avro Bölgesi’ne girme kararı ile işlenmiştir.

Bu kararın öncesinde Yunanistan, ılımlı dış bağımlılıkları olan, milli gelire oranla yüzde 2,5 dolayında dış açık veren, orta halli bir çevre ekonomisinin özelliklerini taşıyordu.

Avro’ya geçişi izleyen sekiz yıl, bağımlılıkları hızla artırdı; AB bankalarından kredi akımları, ülkeye yapay bir “lâle devri” getirdi. Rekabet gücü aşındı; cari açık ve Yunanistan’ın dış borçları tırmandı.

Tatlı hayat 2008’de son buldu. Sermaye hareketlerinin aniden durması, tersine dönmesi, bu AB üyesini de kriz ortamına sürükleyecekti. Dış kredi akımları kesildiğinde Yunanistan milli gelirin yüzde 15’ine yaklaşan dış açık vermekteydi. Bu durum, banka ve devlet borçlarının döndürülme güçlükleriyle birleşince borç krizi patladı.

1980’i izleyen yıllarda Asya’da, Latin Amerika’da, Türkiye’de patlak veren dış borç krizleriyle bazı benzerlikler var. Buralarda ilk belirti döviz piyasalarında ortaya çıkar. Yerli paranın bazen kendiliğinden veya IMF programları altında hızla değer yitirmesi (devalüasyon) dışsal şokun ilk “emicisi” olur. Devalüasyon reel ücretleri bastırabildiği ölçüde rekabet gücünün artmasına, dış açıkların frenlenmesine; ayrıca da borsalara, devlet tahvillerine para bağlamış yabancıların “vergilenmesine” katkı yapar. Bir-iki yıllık bir kriz sonrasında dengeler yeniden oluşur.

Yunanistan, Avro Bölgesi’nin tutsağı olduğu için bu süreci çok daha ağır boyutlarda yaşadı. Zira, devalüasyon seçeneğinin taşıdığı esnekliklerden yoksun kalmıştı. Bu seçeneksizliğe, AB patronlarının “Yunanistan’a ders vermek” önceliği eklendi. Kriz yönetimini Troyka, yani AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve IMF üstlendi.

Dış borçların büyük bölümü Yunan hazinesi tarafından üstlenildi. Troyka da, Yunan devletine 2010 ve 2012’de toplam 240 milyar avroluk (kabaca 310 milyar dolarlık) kredi açarak kriz yönetimini devraldı. Bu rakamın ek borçlanmalarla 254-320 milyar avroluk bir düzeye ulaştığı ileri sürülüyor. Dış borçlanmaların Yunan devletinin cari kamu giderlerine ayrılan payının yüzde 11’in altında kaldığı; gelen paranın büyük ölçüde “dışarı (alacaklılara) çıktığı” belirtiliyor. Kısacası dış borç taksitleri yeni borçlarla “döndürülüyor” (Martin Wolf, Financial Times, 27 Ocak). Böylece, Alman, Fransız bankalarının alacakları, Avro Bölgesi devletlerine, AMB’ye, IMF’ye devredilmiş oldu.

Kredi anlaşmalarının “reform öğeleri”, kamu harcamaları kısıntılarının çok ayrıntılı dökümünü (veya “toplumsal çöküntünün mimarisini”) içermekteydi.

John Weeks, kamu açığındaki her daralmanın milli gelirde en az iki misli bir gerilemeye yol açtığını belirliyor (The Conversation, 14.Ocak 2015). Üretim ve deflasyon nedeniyle fiyatlar düştükçe borç yükü artmaktadır; milli gelirin yüzde 175’ine ulaşmıştır. İktisatçı Yanis Varoufakis bu durumu, “batık kredileri döndürüp işler yolunda imiş gibi devam etmek; … müflis Yunan devletine milli geliri daraltma koşulu ile borç vermek” olarak yorumlamıştı (www.nakedcapitalism.com, 9 Aralık 2014). Varoufakis, şimdi Çipras hükümetinin maliye bakanıdır.
Giderek ortaya çıktı ki, bu borç hiçbir zaman ödenemeyecektir.

• • •

Şimdi ne olacak?

SYRIZA, hem Avro’dan çıkış seçeneğini reddetmekte; hem de devlet borçlarının bir bölümünün silinmesinde ısrar etmektedir. Borç yükünde bu sayede sağlanacak hafiflemeye, yüksek burjuvazinin vergilenmesi ve bütçede kemer sıkma hedeflerinin aşağı çekilmesi eklenecek; böylece Troyka politikalarının yarattığı toplumsal çöküntünün onarılması için kaynak oluşacak; “yapısal reformlar” ise son bulacaktır.

Troyka’nın bu gündemi reddedeceği anlaşılıyor. Ancak, takvim çok daralmıştır. Önceki anlaşma 28 Şubat’ta son buluyor. Yunanistan’a açılan kredilerin 7,2 milyar avroluk son dilimi, Samaras hükümetinin “reform”ları aksatması nedeniyle askıya alınmıştı. Dahası, IMF’ye ödenmesi gereken 4,3 milyar dolarlık bir borç taksitinin vadesi Mart başındadır. Buna Temmuz ve Ağustos’ta 6,5 milyarlık iki borç taksiti daha eklenecektir. Anlaşma yenilenmedikçe “taze para” gelmeyecektir.

AB, AMB, Merkel, Lagarde elbirliğiyle aynı mesajı veriyorlar: Toplam borçlar pazarlık konusu değildir. Önceki anlaşmanın yükümlülükleri aynen devam etmektedir. Borç ödemelerinde, “reformlar”ın içeriğinde aksama söz konusu olursa, AMB’nin Yunan Merkez Bankası’na kısa vadeli likidite desteği son bulacak; Yunan bankalarının nakit ödeme olanağı sekteye uğrayabilecektir.
İflas ve Avro Bölgesi’nden “fiilen ihraç” şantajı söz konusudur. Troyka’nın kabul edebileceği pazarlık gündemi, eski anlaşmanın bitim tarihini birkaç ay geriye kaydırmak ve borç taksit takvimini sınırlı ölçülerde ileriye yaymak ile sınırlı kalacak gibidir.

• • •

“Sağduyulu sağcılar”, bazen solcuları şaşırtabilir. Bir örnek Wolfgang Münchau’dur (Financial Times, 4 Ocak). Ona göre Yunanistan için en iyi seçenek, borçların bir bölümünün silinmesidir. SYRIZA bu taleple müzakerelere başlamalıdır; ancak bu süreçte kullanabileceği tek kozu, “avro’dan çıkış seçeneği”ni peşinen dışlamış; pazarlık gücünden yoksun kalmıştır.

Münchau haklıdır; ama Yunan siyasetinin gerçeklerini unutuyor: Çipras, “gerekirse drahmi’ye dönme” seçeneği ile seçimlerin kazanılamayacağını düşünmüş olmalıdır. Elbette SYRIZA içinde tartışılmıştır. Geçici bir seçim tavizi mi? Seçeneğin ilke olarak terk edilmesi mi? Bilemiyorum.

Geçici bir taviz telâfi edilebilir. SYRIZA’ya seçim kazandıran “olmazsa olmaz talepler” (borç yükünü hafifletme ve kemer sıkma vahşetine son verme) reddedilirse, “Avro’dan çıkış seçeneği” yeniden gündeme getirilebilir. Müzakereler, bu seçenek yedekte tutularak başlatılabilir. Bu da, bir “drahmi’ye geçiş” programının teknik ayrıntılarıyla tamamlanmış olması halinde mümkündür.

Drahmi’ye dönüş, tek başına devrimci bir adım değildir. Ancak, Almanya hegemonyasındaki AB emperyalizmine karşı kazanılan önemli bir mevzi savaşı olarak görülmelidir.

Avro, Yunanistan’a bağımlılık, sömürü ve depresyon getirmiştir. Bu zincirden kurtulmak Yunan emekçileri için hayati önem taşımaktadır.