Seçmenler biliyor ki Syriza, bu son savunma hattına adım adım çekilerek gelmiştir

Yunanistan referandumu üzerine

Almanya’nın liderliğindeki Avro Bölgesi emperyalizmi ile IMF ittifakı, Syriza’yı bir hegemonya tehdidi olarak gördü. Syriza’nın ılımlı talepleri dahi, finans kapitalin Avro Bölgesi programı ile uyumsuzdu; tehlikeliydi. Bir siyaset seçeneği olarak Syriza’nın önlenmesi, yenilgiye uğratılması stratejik bir öncelik oldu.

5 Temmuz referandumunda Yunanistan seçmenlerinin önüne aşağıdaki metin sunuluyor:
“Yunan halkına, 25 Haziran’da yapılan Avro-Grubu toplantısına, Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF tarafından sunulan ve iki metinden oluşan anlaşma taslağını kabul edip etmediği sorulmaktadır. Birinci metin ‘Geçerli Programın Tamamlanması ve Sonrası için Gereken Reformlar’; ikinci metin ise ‘Borcun Sürdürülebilirliği Üzerine Ön-analiz’ adlarını taşımaktadır. Kurumların önerisini reddeden yurttaşlar Hayır, kabul eden yurttaşlar Evet olarak oy vereceklerdir.”

Sorabilirsiniz: Seçmenler bu esrarengiz metni nasıl deşifre edecekler?

Aslında Yunan vatandaşları olayları ve neyin sorulduğunu açıkça bilmektedir: “Kurumlar”, yani Troyka, Yunanistan tarafından 22 Haziran’da sunulan son “reform taslağı”nı geri çevirdi; 25 Haziran’da “son seçenek” olarak alternatif bir taslak sundu. Bu taslakta hâlâ ve ısrarla emekli aylıklarında kısıntılar ile temel ürünlerde ve Ege Adaları’nda KDV’nin yükseltilmesi yer almaktaydı. Bunlar kabul edilecek miydi? Referandumdaki sorunun özü budur.

Seçmenler biliyor ki Syriza, bu son savunma hattına adım adım çekilerek gelmiştir. Selanik Programı’nı seçimlere taşımaktan peşinen vazgeçmişti. “Avro Bölgesi’nde kalarak toplumsal yıkım getiren kemer sıkma ve neoliberal reform reçetelerinden uzaklaşmak” platformuyla seçimlere girmişti. Önceki hükümetin kabul ettiği yükümlülüklerin revizyonunu istemekteydi. Özelleştirmeler durdurulacak; Troyka müfettişleri Bakanlıklardan uzaklaştırılacak; borç yükü, takvimi müzakere edilecekti.

O tarihlerde şunları yazmıştım: “Bana öyle geliyor ki, bu Yunan trajedisinin son perdesi, Troyka’nın, yani emperyalizmin lehine sonuçlanacaktır.” Bu öngörü tuttu. “Faiz dışı bütçe fazlası” hedeflerinde geçici bir hafifletme dışında Troyka pek ödün vermedi. Syriza’nın son savunma hattı, emekli aylıkları ve KDV oranları ile sınırlı kaldı.

• • •
Toplumsal bir yıkım söz konusu olduğu için “Yunan trajedisi” diyoruz; ama referandum sürecinin bazı tuhaf özelliklerini de göz ardı edemeyiz. Son bir haftanın kronolojisi bunları ortaya koyuyor.

İlk yanlışlık referandum tarihinde yapıldı. Bir kere, yürürlükteki Troyka-Yunanistan anlaşması 30 Haziran’da son bulmaktadır. Troyka’nın Yunanistan’a önerdiği 25 Haziran taslağı, referandum günü (5 Temmuz’da) kadük, geçersiz hale gelmektedir. Nitekim referandum kararı alınır alınmaz IMF Başkanı Lagarde BBC’ye bir demeç vererek bu durumu hatırlattı: “Mevcut program 30 Haziran’da son bulacağına göre insanlar artık var olmayan önerileri oylayacaklar; referandum geçerlilik taşımayan öneriler ve düzenlemeler üzerinde yapılacaktır.”

Bu, iki anlama geliyor: Önceki anlaşmadan Yunanistan’a ödenmesi gereken 7,2 milyar avro “buharlaşmıştır” ve referandum “evet” ile sonuçlansa çıksa dahi, tartışılacak bir program yoktur.

Dahası da var: Yunanistan 30 Haziran’da resmen “müflis” duruma düşmüştür. IMF’ye 1,6 milyar avro’luk borç taksitinin vadesi o gün gelmiş; Yunanistan bu ödemeyi yapamamış; temerrüde düşmüştür. (“Temerrüt”, devletler için söz konusu olmayan “iflas” olgusunun yumuşak karşılığıdır.) 20 Temmuz’da Avrupa Merkez Bankası’na 3,5 milyar avro’luk bir kredi taksitinin de ödenemeyeceği böylece kesinleşmiştir. Bu gelişme, bankaların bir haftalığına kapatılmasını, transferlerin durdurulmasını zorunlu hale getirmiş; referandum bir finansal panik ortamına denk düşmüştür.

Troyka’nın ödünsüzlüğü önceden, sık sık ortaya çıkmıştı. O tarihlerden birinde (diyelim bir ay önce) yapılacak bir referandum 30 Haziran’daki bu ağır ortamı taşımayacaktı.

Tuhaflıklar devam ediyor. Lagarde’ın “eski anlaşma 30 Haziran Salı günü bitiyor; neyi oyluyorsunuz?” uyarısı, anlaşılan Syriza kurmaylarını telaşlandırdı. Salı gece yarısına doğru Çipras alelacele Avrupa Birliği’ne bir mektup yolladı. Mektup, Yunanistan’ın 2017 sonuna kadar vadesi gelecek 29,1 milyar avro’luk borçlarının döndürülmesi için yepyeni bir kredi anlaşması önermekteydi. Çarşamba erken saatlerde de Troyka’nın Atina’daki müfettişlerine bu yeni anlaşmanın “reformlar taslağı” da iletildi. Bu son taslakta, Troyka’nın son taleplerinin bir bölümünün daha kabul edileceği ifade edilmekteymiş. (Financial Times, 1 Temmuz)

Son anda yapılan bu atılımın tek nedeni Lagarde’ın uyarısı olmayabilir. Referandum kararını AB liderleri elbirliğiyle, “Hayır oyları, Avro Bölgesi’nden çıkma anlamındadır!” şantajı ile karşıladı. AB Komisyonu Başkanı Juncker bir adım daha ileri gitti. “Hayır oyu, Avrupa’ya hayır anlamına gelecektir” dedi. (Financial Times, 27 Haziran). Böylece, Yunan referandumunu, en azından “avro/drahmi”, hatta “AB’de kalma/çıkma” seçeneğine dönüştürmeye çalıştılar. Avro’yu değil, ulusal paralarını kullanan sekiz AB üyesinin varlığını kasten unutturdular.

Syriza referandum kampanyasına, “Hayır oyu, Troyka’ya karşı pazarlık gücümüzü artıracaktır” söylemiyle başlamıştı. AB kodamanlarının, “pazarlık bitti; Avro’ya elveda oylanıyor” iddiası etkili oldu. Çipras, son hamlesini, seçmenleri sakinleştirmek için de yapmış olabilir: “Korkmayın. Bizi avro’dan çıkarma yetkileri yok. Yeni bir kredi anlaşması öneriyoruz; alacaklarını tahsil edebilmek için bunu görüşecekler; bu sayede de avro’da kalacağız…”
• • •
Syriza’nın seçim programında “drahmi’ye dönmek” seçeneğinin olmamasını anlayabiliriz. Temsilî demokrasinin tuzağı söz konusudur. Kalabalıkların küçük burjuva korkularına, tutkularına teslimiyet öne çıkar. Bu saplantılara göre, avro Avrupalılığın; drahmi ise “Üçüncü Dünyalı” (örneğin Türkiyeli gibi) olmanın simgeleridir.

Parlamenter iktidarı hedefleyen Syriza’nın solcuları da, siyasi mücadeleyi, bu kısıtların belirlediği alan içinde oynamayı peşinen kabul etmişlerdir. Onları sırf bu nedenle suçlamak haksızlık olabilir.

Ne var ki, daha temel bir algılama zafiyeti de söz konusudur. Troyka’nın belli bir emperyalist ittifak olduğunu peşinen göremediler; iktidara geldikten sonra da algılayamadılar: Almanya’nın liderliğindeki Avro Bölgesi emperyalizmi ile IMF ittifakı… Bu ittifak, Syriza’yı bir hegemonya tehdidi olarak gördü. Syriza’nın ılımlı talepleri dahi, finans kapitalin Avro Bölgesi programı ile uyumsuzdu; tehlikeliydi. Bir siyaset seçeneği olarak Syriza’nın önlenmesi, yenilgiye uğratılması stratejik bir öncelik oldu. Bu gerçekleşinceye kadar Yunanistan’a ödün vermemek gerekiyordu.

Avrupa’nın liderleri, Troyka’nın sözcüleri bu önceliği çeşitli biçimlerde ifade etti. Reformist yazarlar dahi durumu doğru algıladı. Son örneklerden biri Stiglitz’in, 29 Haziran tarihli Guardian’da yer alan “Referandum’da Nasıl Oy Verirdim?” başlıklı yazısıdır.

Bu koşullarda müzakereler, etkili silahlarla donanmış bir mücadeleye dönüşürse sonuç alınabilir. Syriza ise “iyi niyetli muhataplara karşı ikna çizgisi” izlemeyi yeğledi. Müzakerelerin her aşamasında bilimsel tutarlılık gözetti. Bütün analizleri doğruydu; taleplerinde de haklıydı. Haklılığı inkâr edilemediği için karşı tarafı sinirlendirdi. Avrupalı bakanlar Varoufakis’le diyalogu kestikçe Çipras devreye girdi. Liderleri, başta Merkel’i yumuşatmaya çalıştı; sağduyularına sığındı; her seferinde de reddedildi.

Referandum sonuçları ne olursa olsun, Syriza minimum hedeflerine dahi ulaşamamış olacaktır.
Yine de altı aylık mücadelesi, en azından emperyalizmin gaddar, paragöz ve çirkin özünü, içyüzünü bir kez daha teşhir etmiştir.